Düzce Sohbet - Düzce Resimleri - Düzce Tarihi
2 Aralık 2015 Çarşamba | 0 yorum
Ukala sohbet, Düzce Sohbet, Düzce Resimleri, Düzce Tarihi, Sohbet Etmek İstiyorum, Sohbet, Chat, Sohbet Odaları, Odası, Kanallar, Muhabbet.
Düzce Sohbet:
Düzce Resimleri:
Düzce Tarihi:
Düzce'nin tarihi 14. yy'dan daha gerisine dayanmamaktadır. Ancak Düzce’nin 8 km kuzeyinde yeralan Konuralp kasabasının tarihi MÖ 3. yy' a kadar dayanmaktadır. Konuralp'in mevcut arkeolojik eserlerden saptandığı kadarıyla zengin bir tarihi vardır. Konuralp M.Ö. 74 yılına kadar Bilecik Bolu Kocaeli ve Sakarya şehirlerini kaplayan bir alanda hakimiyet süren BITHYNIA Devleti'nin önemli şehirlerinden birisiydi ve adıda 'Prusias Pros Hypios (Melen Kenarındaki Prusias)'dı. M.Ö. yılında kısa bir süre Pontus istilasına uğrayan şehir aynı yıl Roma hakimiyetine girdi. Roma devrinde şehir Latin kültürünün tesiri altında kaldı adıda ' Prusias ad Hypium' olarak değişti. Roma devrinde şehirde Hıristiyanlık hakimiyeti hüküm sürdü. 395'de Roma İmparatorluğu ikiye bölününce şehir Doğu Roma İmparatorluğu’nun sınırları içinde kaldı. Osman Gazi'nin komutanlarından Konuralp Bey Düzce ve çevresini Osmanlı topraklarına katma emrini aldı. Bunun üzerine 1321-1323 yılları arasında bu yöredeki Bizans tekfurları ile yaptığı savaş sonunda DÜZBAZAR (Düzce Ovası)’ı ve Bizans Prusias'ını fethetti. Düzce'nin ilk yöneticileri Konuralp Bey Sungur Bey Şemsi ve Gündüz Alp'tir. 14.yy.dan itibaren bu bölgeye Konuralp ili ve kısaca 'Konrapa' denmiştir. Konrapa Bolu'nun fethinden sonra Bolu Sancağına bağlı bir nahiye haline geldi. 16.yy.ın ikinci yarısında Düzce kalabalık köyler tarafından 'pazar' mahali olarak seçilmiş ve o yüzdende ova ortasındaki köye 'Düzce Pazarı ' denilmiştir. Düzce; Osmanlı İmparatorluğu döneminde donanmanın kereste gereksinimini karşılamada önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca İstanbul'u Sivas ve Erzurum'a bağlayan yolun üzerinde olması Düzce'nin önemini arttırmıştır. 18. ve 19. yy.da Düzce ayanların kontrolü altında yaşamıştır. Düzce'nin ilk yöneticileri Konuralp Bey Sungur Bey Şemsi ve Gündüz Alp'tir. 14.yy.dan itibaren bu bölgeye Konuralp ili ve kısaca 'Konrapa' denmiştir. Konrapa Bolu'nun fethinden sonra Bolu Sancağına bağlı bir nahiye haline geldi. 16.yy.ın ikinci yarısında Düzce kalabalık köyler tarafından 'pazar' mahali olarak seçilmiş ve o yüzdende ova ortasındaki köye 'Düzce Pazarı ' denilmiştir. Düzce; Osmanlı İmparatorluğu döneminde donanmanın kereste gereksinimini karşılamada önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca İstanbul'u Sivas ve Erzurum'a bağlayan yolun üzerinde olması Düzce'nin önemini arttırmıştır. 18. ve 19. yy.da Düzce ayanların kontrolü altında yaşamıştır. Abdüllaziz ve Abdülmecit döneminde Kafkasya'dan Doğu Karadeniz'den Doğu Anadolu'dan ve Rumeli'den gelen göçmenler Düzce'nin nüfusunun artmasında ve şehrin büyümesinde önemli rol oynamışlardır. Hükümet yeni gelenlere ücretsiz Toprak sağlamıştır. Düzce'ye göç eden Türkler; Çerkez Abhaz Laz Gürcü Ordulu Hemşinli Batumlu Hopalı Tatar Boşnak Arnavut ve Bulgaristanlı…gibi geldikleri yerlerin isimleri ile anılmışlardır. Düzce'nin arzetmeye başladığı ticari önem karşısında Rum ve Ermenilerinde şehre yerleşmesiyle birlikte renkli bir sosyal yapı ortaya çıkmıştır. 2. Abdülhamit döneminde Düzce'ye bağlı 137 köy vardı ve 6618 hane ile 36.088 nüfus yaşıyordu. 1869 yılına kadar Düzce nahiye olarak Göynük'e bağlıydı. 1870 yılında kaza oldu ve Kastamonu vilayetinin Bolu Sancağı'na bağlandı. Düzce'de yaşayan Abhazların ileri gelenlerinden Elbuz Bey ailesinden Behice Hanım saraya giderek 2. Abdulhamit'le evlendi. 1915 yılında hükümetin emriyle Düzce'deki Ermeni Mahallesi (İcadiye Mahallesi) boşaltıldı. 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasıyla Fransız askerleri komşu kazalara kadar çıkartma yaptılar. Bu dönemde Bulgaristan göçmeni Nuri Bey Düzce Müdafa-i Hukuk Cemiyetini kurdu. Milli Mücadele döneminde Düzce'de haraketli askeri ve siyasi gelişmeler yaşandı. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte Düzce ilçesi Bolu vilayetine bağlandı. Düzce'nin ilk Kaymakamı Midhad Kemal Bey'dir. Cumhuriyet dönemi boyunca Düzce sanayi ve ticari alanda sürekli bir gelişme ve büyüme yaşadı. Düzce’nin güçlü ekonomik yapısının yanında sosyal faaaliyetler alanında sürekli bir hareketlilik yaşanmaktadır. Bu özellikleri itibariyle Düzce tarih sayfasına 1950’den itibaren “İL” olarak geçme isteğinde bulunmuştur. Düzce 1944 Düzce Depremi 1957 Abant Depremi 1967 Adapazarı Depremi ve 17 Ağustos Körfez Depremlerinden büyük ölçüde etkilenmiştir. 12 Kasım Düzce Depremi ise şehri yerle bir etmiştir. Deprem yaralarının daha kolay ve hızlı sarılabilmesi amacıyla Bakanlar Kurulu kararınca Düzce “Türkiye’nin 81. İLİ” olmuştur.
Düzce Sohbet:
Düzce Resimleri:
Düzce Tarihi:
Düzce'nin tarihi 14. yy'dan daha gerisine dayanmamaktadır. Ancak Düzce’nin 8 km kuzeyinde yeralan Konuralp kasabasının tarihi MÖ 3. yy' a kadar dayanmaktadır. Konuralp'in mevcut arkeolojik eserlerden saptandığı kadarıyla zengin bir tarihi vardır. Konuralp M.Ö. 74 yılına kadar Bilecik Bolu Kocaeli ve Sakarya şehirlerini kaplayan bir alanda hakimiyet süren BITHYNIA Devleti'nin önemli şehirlerinden birisiydi ve adıda 'Prusias Pros Hypios (Melen Kenarındaki Prusias)'dı. M.Ö. yılında kısa bir süre Pontus istilasına uğrayan şehir aynı yıl Roma hakimiyetine girdi. Roma devrinde şehir Latin kültürünün tesiri altında kaldı adıda ' Prusias ad Hypium' olarak değişti. Roma devrinde şehirde Hıristiyanlık hakimiyeti hüküm sürdü. 395'de Roma İmparatorluğu ikiye bölününce şehir Doğu Roma İmparatorluğu’nun sınırları içinde kaldı. Osman Gazi'nin komutanlarından Konuralp Bey Düzce ve çevresini Osmanlı topraklarına katma emrini aldı. Bunun üzerine 1321-1323 yılları arasında bu yöredeki Bizans tekfurları ile yaptığı savaş sonunda DÜZBAZAR (Düzce Ovası)’ı ve Bizans Prusias'ını fethetti. Düzce'nin ilk yöneticileri Konuralp Bey Sungur Bey Şemsi ve Gündüz Alp'tir. 14.yy.dan itibaren bu bölgeye Konuralp ili ve kısaca 'Konrapa' denmiştir. Konrapa Bolu'nun fethinden sonra Bolu Sancağına bağlı bir nahiye haline geldi. 16.yy.ın ikinci yarısında Düzce kalabalık köyler tarafından 'pazar' mahali olarak seçilmiş ve o yüzdende ova ortasındaki köye 'Düzce Pazarı ' denilmiştir. Düzce; Osmanlı İmparatorluğu döneminde donanmanın kereste gereksinimini karşılamada önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca İstanbul'u Sivas ve Erzurum'a bağlayan yolun üzerinde olması Düzce'nin önemini arttırmıştır. 18. ve 19. yy.da Düzce ayanların kontrolü altında yaşamıştır. Düzce'nin ilk yöneticileri Konuralp Bey Sungur Bey Şemsi ve Gündüz Alp'tir. 14.yy.dan itibaren bu bölgeye Konuralp ili ve kısaca 'Konrapa' denmiştir. Konrapa Bolu'nun fethinden sonra Bolu Sancağına bağlı bir nahiye haline geldi. 16.yy.ın ikinci yarısında Düzce kalabalık köyler tarafından 'pazar' mahali olarak seçilmiş ve o yüzdende ova ortasındaki köye 'Düzce Pazarı ' denilmiştir. Düzce; Osmanlı İmparatorluğu döneminde donanmanın kereste gereksinimini karşılamada önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca İstanbul'u Sivas ve Erzurum'a bağlayan yolun üzerinde olması Düzce'nin önemini arttırmıştır. 18. ve 19. yy.da Düzce ayanların kontrolü altında yaşamıştır. Abdüllaziz ve Abdülmecit döneminde Kafkasya'dan Doğu Karadeniz'den Doğu Anadolu'dan ve Rumeli'den gelen göçmenler Düzce'nin nüfusunun artmasında ve şehrin büyümesinde önemli rol oynamışlardır. Hükümet yeni gelenlere ücretsiz Toprak sağlamıştır. Düzce'ye göç eden Türkler; Çerkez Abhaz Laz Gürcü Ordulu Hemşinli Batumlu Hopalı Tatar Boşnak Arnavut ve Bulgaristanlı…gibi geldikleri yerlerin isimleri ile anılmışlardır. Düzce'nin arzetmeye başladığı ticari önem karşısında Rum ve Ermenilerinde şehre yerleşmesiyle birlikte renkli bir sosyal yapı ortaya çıkmıştır. 2. Abdülhamit döneminde Düzce'ye bağlı 137 köy vardı ve 6618 hane ile 36.088 nüfus yaşıyordu. 1869 yılına kadar Düzce nahiye olarak Göynük'e bağlıydı. 1870 yılında kaza oldu ve Kastamonu vilayetinin Bolu Sancağı'na bağlandı. Düzce'de yaşayan Abhazların ileri gelenlerinden Elbuz Bey ailesinden Behice Hanım saraya giderek 2. Abdulhamit'le evlendi. 1915 yılında hükümetin emriyle Düzce'deki Ermeni Mahallesi (İcadiye Mahallesi) boşaltıldı. 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasıyla Fransız askerleri komşu kazalara kadar çıkartma yaptılar. Bu dönemde Bulgaristan göçmeni Nuri Bey Düzce Müdafa-i Hukuk Cemiyetini kurdu. Milli Mücadele döneminde Düzce'de haraketli askeri ve siyasi gelişmeler yaşandı. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte Düzce ilçesi Bolu vilayetine bağlandı. Düzce'nin ilk Kaymakamı Midhad Kemal Bey'dir. Cumhuriyet dönemi boyunca Düzce sanayi ve ticari alanda sürekli bir gelişme ve büyüme yaşadı. Düzce’nin güçlü ekonomik yapısının yanında sosyal faaaliyetler alanında sürekli bir hareketlilik yaşanmaktadır. Bu özellikleri itibariyle Düzce tarih sayfasına 1950’den itibaren “İL” olarak geçme isteğinde bulunmuştur. Düzce 1944 Düzce Depremi 1957 Abant Depremi 1967 Adapazarı Depremi ve 17 Ağustos Körfez Depremlerinden büyük ölçüde etkilenmiştir. 12 Kasım Düzce Depremi ise şehri yerle bir etmiştir. Deprem yaralarının daha kolay ve hızlı sarılabilmesi amacıyla Bakanlar Kurulu kararınca Düzce “Türkiye’nin 81. İLİ” olmuştur.
Etiketler:
chat,
Düzce Resimleri,
Düzce Sohbet,
Düzce Tarihi,
kanallar,
muhabbet.,
odası,
sohbet,
Sohbet Etmek İstiyorum,
Sohbet odaları,
Ukala sohbet
Osmaniye Sohbet - Osmaniye Resimleri - Osmaniye Tarihi
| 0 yorum
Hurchat, Osmaniye Sohbet, Osmaniye Resimleri, Osmaniye Tarihi, Sohbet Etmek İstiyorum, Sohbet, Chat, Sohbet Odaları, Odası, Kanallar, Muhabbet.
Osmaniye Sohbet:
Osmaniye Resimleri:
Osmaniye Tarihi:
Yukarı Çukurova'da, Ceyhan Nehri'nin doğu yakasında yer alan, alabildiğine geniş hinterlandıyla Osmaniye; Ceyhan Nehri, Hamıs, Karaçay, Kesiksuyu ve Sabun Çayları nedeniyle sulak, hem de Çukurova'yı doğuya bağlayan yolların kavşağında olması nedeniyle işlek bir bölgededir. Uluslar arası karayolu (D-400) ve Gaziantep-Tarsus otoyolu (TEM) hatta demiryolunun geçtiği güzergah binlerce yıldan beri "Maraş Yolu" olarak kullanılmıştır. Bu güzergâh Gâvur Dağlarını, meşhur Aslanbeli (Nurdağı Tepesi) denen yerden aşarak Çukurova ile doğu arasında bir köprü olmuştur. Bu yoldan M.Ö.333'te İran Kralı Dara ve ordusu da geçmiştir. 1671 yılında Evliya Çelebi de aynı yolu kullanmıştır. Gavur Dağları tarihin en eski devirlerinden itibaren kaynaklarda yer almış ve birçok tarihi olaya sahne olmuştur. M.Ö. 3.bin yılı Mezopotamya kaynaklarında (Eski Akat ve Sümer), "Amanum", imparatorluk devrine ait bir Hitit tabletinde "Amana", M.Ö. 4 - 7 yy. Asur yazıtları da "Hamanu", klasik kaynaklarda "Maurun Oros" ( Karadağ ), haçlılar devrine ait batı kaynaklarında "Montana Migra" (Karadağ).İslam kaynaklarında ise "Cebel'ül - lukkam" olarak kaydedilmektedir. Boğazköy kökenli Naramsin Tabletinde "Sedir Ağacı (Amanos) kralı İskuppu" adının geçmesiyle eski dönemlerde Gâvur Dağlarının çeşitli ağaçlar bakımından zenginliğini, bölgede M.Ö. 3. binin sonunda yerli halkın Akadlarca da tanınan bir siyasi birlik oluşturduklarını görmekteyiz. Amanos Klik yasında Prokonsüllük yapmış olan, meşhur hatip ve devlet adamı Çiçeronun M.S. 51'de yazdığı mektupta da Amanos'lardan bahsedilmektedir. M.S. 2. yy.'de Roma çağında, Küllü Köyünün yakınlarında yerleşik bir toplumun yaşadığı bugün hala var olan gömütlerden anlaşılmaktadır. Osmaniye üzerinden doğuya giden ikinci yol, Örenşar, Kastabala'dan gelip, Karatepe üzerinden anti-torosları aşan, halk arasında Ağyol Kocayol diye bilinen yoldur. Böylesine geniş, işlek ve sulak bir bölgenin merkezini oluşturan yukarı Çukurova, doğal olarak antik çağlardan beri önemli bir yerleşim bölgesi olmuştur. OSMANLILAR DÖNEMİNDE KINIK KAZASI VE SINIRLARI Anadolu Fatihi Kutalmış oğlu, 1. Rükneddin Süleyman Şah 1083 yılında Adana, Tarsus, Misis ve Anazarva dahil bütün Çukurova'yı, 17. Aralık 1084 Salı günü Antakya'yı fethetti. Böylece bütün Çukurova bu tarihte, Anadolu Selçuklu Devleti'nin egemenliğine girmiş oldu. Ancak, kısa bir süre sonra, 1096'da haçlıların işgaline uğramıştır. Anadolu'da Haçlı ordularıyla amansız bir savaşa giren Selçuklular, Çukurova'yı biraz ihmal etmişlerdir. Bu hassas dönemde, Haçlılarla işbirliği yapan Ermeniler dağlardan inerek, Kilikya Ermeni Prensliğini kurmuşlardır. Ancak hiçbir zaman tam bağımsız devlet olamayan Ermeni Prensliği, daima güçlü devletlere bağlı olarak yaşamıştır. Adana Müzesindeki bir yüzünde Ermeni Prensi'nin, diğer yüzünde Selçuklu Sultanı'nın adının yazılı olduğu sikkeler, bu görüşü destekleyen çok önemli belgelerdir. 1243 Kösedağ savaşı sonrasında ortaya çıkan Moğol baskısı ile Anadolu'da yoğun bir nüfus hareketliliği yaşanmaya başladı. İçlerinde Beydili mensubu Türkmenlerinde bulunduğu bir grup Suriye'ye göç ederek Memluk Devletine sığındılar. Bir Memluk müellifi, Moğolların baskısından kaçıp Memluk Devletine sığınan Türkmenlerin 100 bin Aile olduğunu ve Sultan Baybars'ın bunlara Gazze'den Sis'e ( Kozan ) kadar uzanan yerlerde, İktalar vermiş olduğunu söylemektedir. Sultan Baybars 1266, 1273 ve 1275 yıllarında Çukurova ve çevresine Türkmen atlıları ile akınlar yaptı. Bu Türkmen atlıları dediğimiz ve dalga, dalga Çukurova'ya akın eden Türkmenler, Oğuz'ların üçok kolundan, Yüreğir, Kınık, Bayındır ve Salur boylarının mensuplarıdır. Orta Asya bozkırlarında olduğu gibi, konar-göçer yaşayan, oku ve yayı çok iyi kullanan, uzun saçlı bu Türkmenlerden Yüreğir oğlu Ramazan, 1352 yılında, Memluk Devleti tarafından, Çukurova'daki Türkmenlerin Beyliğine getirildi. Böylece 14.yy da, çoğunlukla kalelerine oturulan Çukurova'da, köyler ve kasabalar kurulmaya başlandı. Bu yeni uygarlık döneminde Pyrmos; " Ceyhan Nehri", Amanos'da "Gâvur Dağları" adını aldı. Çukurova'ya gelen Türkmenler arasında Selçuklu Devleti'nin kurucularını ve hanedanını da çıkarmış olan Kınıklar, güçlü bir boydu. Hatta 1375 yılının başlarında, Ebu Bekir adında beyleri ile 15.000 Kınıklı Kozanı (Sis) kuşatmışlardı. Böylece Kilikya Ermeni Prensliğini de sona erdirmişlerdi. Bu olaydan üç yıl sonra, Memlukların kışkırtması sonucu, Yüreğir'ler ile arası açılan Kınıkların, büyük bir kısmı Çukurova'dan göç etmiştir. Çukurova'nın 1516'da Osmanlı Devletine bağlanmasından sonra, 1521 tarihinde yapılan arazi ve nüfus yazımında, Kınık'ların, bir kaza kurdukları tespit edilmiştir. Üstelik Kınık'ların göçebe olmadıkları, yani yerleşik ve çok uygar yaşadıkları anlaşılmıştır. Yapılan inceleme ve araştırmalarda, şimdiye kadar yeri bilinmeyen bu ünlü Kınık Şehrinin yerinin, bugünkü Osmaniye olduğu anlaşılmıştır. 1521 yılında, iki mahallesi olan Kınık Şehrinin, 1.572'de beş mahallesi, 16 köyü ve 54 ekinliği (mezrası) olduğu belirlenmiştir. Nüfusu' da 7.28'i merkezde, 1.504'ü köy ve ekinliklerde olmak üzere, 2.332 kişidir. Aynı yıl beyliğin merkezi olan Adana'nın nüfusu da 3.981'dir. Kınık halkının çoğunluğu çeltikçilik yapıyor, pamuk, Buğday, Arpa ve Yulaf tarımı ile uğraşıyorlardı. Bizanslıların bazalt taşlarla yapılmış basit el değirmenlerine karşılık, Çukurova Türkmenlerinden Kınık'ların Mercin Çayı üzerinde Ramazanoğlu Vakfı ile yaptırılmış, Su ile çalışan değirmenleri vardı. Kınık Şehri aynı zamanda ünlü bir ticaret merkezi ve pazaryeri idi. Adana-Misis-Kurtkulağı - Payas hattı üzerinden geçen Şam yolu (İpek Yolu) ile buradan geçen Maraş Yolu tüccarları develerle, atlarla, katırlarla gelip alış-veriş yapıyorlardı. Haftada bir kurulan ve İsneyn pazarı denen bu pazarda; Pirinç, Bal, yağ, üzüm, Un, pekmez, bez, arpa, keçe ve yapağı gibi çeşitli mallar alınıp satılıyordu. 1671 yılında, İsneyn pazarının da kurulduğu Gün, buradan geçen dünyaca ünlü Türk seyyahı Evliya Çelebi, pazarda 20.000 - 30.000 kişinin alışveriş yaptığını biraz abartarak belirtmiştir. Hatta "Müzeyyen İsneyn" yani "güzel İsneyn" diyerek övmüştür. "İnşallah-u Taala bu İsneyn bir şehr-i azim olur" diye de dua etmiştir. Daha sonra İsneyn adı o kadar ünlenmiştir ki Kınık adıyla özdeşleşmiştir. Mesela H.1118/ M. 1707 tarihli fermanda ".İfraz-ı Zülkadir taifesinden mukaddema İsneyn ovası civarında cibal-i saibbaya tehassun iden tacirlü cemaatlerinin biavnihi Taala cemiyetlerinin tefrik ve cezaları verilmesi..." denilerek, Kınık yerine, İsneyn adı da kullanılmış ve buradaki asayiş sorunlarının çözümü istenmiştir. Kanuni Sultan Süleyman zamanında Kınık halkının, pazarının ve çeltikçilerinin hukukunu düzenlemek için, 18 Madde halinde "Kanunname" yayınlanmıştır. Mesela kanunnamenin bir maddesinde "ve etraftan Pazaryerine gelip dükkân kuran tacirlerden ve çerçilerden her birinden dükkân başına ikişer Halebî akçe alınır imiş." denilerek dükkân açmak isteyenlerden alınacak ücret belirlenmiştir. 1691 tarihli sınır nameye göre Kınık şehrinin sınırlarının, bugün de yukarı Çukurova dediğimiz; Erzin, Hacbel, Zorkun, Hınzır ve Cebel üzerinden Düldül dağına, ovada Osmaniye ve Ceyhan Nehri boyunca, Ceyhan İlçesinin kuzeyinin tamamını içine alan bölgeye yayıldığı görülmüştür. Evliya Çelebi de Aslanlıbel'e geldiğinde "O mahalde İsneyn Pazarının Kınıklı kazası ve Adana eyaleti hududu tamam oldu" diyerek, Kınık'ın doğu sınırının buraya kadar geldiğini bildirmiştir. Böylesine geniş bir bölgeye yerleşmiş olan keçe külahlı Türkmen kocaları, sandal tumanlı Türkmen kızlarıyla, Kınıklar, çok mutlu yaşıyorlardı. Çukurovalı ünlü ozan Karacaoğlan da bu dönemde yaşamıştır. Ancak Celali isyanları ile başlayan yasa dışı hareketler nedeniyle, Kınıkların mutluluğu uzun sürmemiştir. Dulkadiroğlu elinden ayrılıp geldikleri için "İfraz-ı Zülkadiriye" denen aşiretlerden özellikle Tecirli, Cerit ve Akçakoyunlular Kınık'a yerleşmişlerdir. Devletin aşırı vergi isteklerinden, aşiretlerin talanlarından yılan Kınıklar, yerlerini yurtlarını terk etmek zorunda kalmışlardır. Çoğunun dağlara çekildiği söylenirse de, nereye gittikleri tam olarak bilinmemektedir. Kınık Şehrinin köylerinden olan Viranşehir'in; Toprakkale'nin doğusu veya Osmaniye'nin kuzeyindeki Örenşar denen yer Laçalu'nun, Toprakkale'nin güneyindeki Leçelik İnab'ın, Sakızgediği yamacındaki Hanneblikeli denen yer, Mercin'in, halen Ceyhan'ın kuzeyindeki aynı adla anılan köy, Türki'nin de, yarpuzdaki Türkdüzü olduğu sanılmaktadır. Harabeye dönen Kınık Şehrinden ayakta kalanlar; Kınık eşrafından Hacı Osman ağanın kendi adıyla anılan köyü, yani şimdiki Hacı Osmanlı Mahallesi ve Evliya Çelebi'nin "Kınık Kalesi" dediği Toprakkale ile Karaçay'da Hasan Dede, Dereobasında Pir Sofu, Fakıuşağında Yağmur Dede, Toprakkale'de askeri mühimmat deposunun batısındaki tepede Süleyman Dede, adlı Kınık ulularının mezarlarıdır. Kınık, 19. yy. da Osmaniye kuruluncaya değin bir kaza merkezi olarak anılmaya devam etmiştir. BUNALIM DÖNEMİNDE GÂVUR DAĞLARI Gâvur Dağları olarak ünlenen bu sıra dağlar Belen'den başlayıp Düldül Dağlarına kadar uzanırlar. Bir Başka ifade ile bu ünlü dağ silsilesi Maraş çevresinden başlar, kuzeydoğu, güneybatı yönünde sıralanarak Asi nehrine kadar ulaşır. Ahmet Cevdet Paşa'nın tarifi de bu doğrultudadır. Tarihin değişik safhalarında çeşitli isimlerle anılan bu amansız sıra dağlar, Orta Çağda Bizans - Abbasi sınırını oluşturmuş ve Bizanslılar tarafından "Amanos Dağları" olarak anılmıştır. Araplar ise "Kafir Dağları" demişlerdir. Karadağ ismi ilende bir dönem bilinen bu muazzam silsile Ulaşlı'lara yüzyıllarca yurtlukta yapma görevini ifa ettiğinden olsa gerek Ulaşlı dağları olarakta anılabilmektedir. Bölge daha sonraları ise Cebeli bereket olarak isimlendirilmiştir. Haziran 1941'de, Ankara'da toplanan 1. Coğrafya kurultayı, yukarıda saydığımız gibi değişik isimlerle anılan Gâvur Dağlarının adını, Amanos Dağları olarak kabul etmiştir. Kınık Şehrinin ve köylerinin terk edilmesinden sonra, başta Tecirli ve Ceritlerin kışlağı olan Çukurova; sazlık, bataklık ve ormanlık hale gelmiştir. Ahmet Cevdet Paşa, 1865 yılında, Osmaniye'den Kadirli'ye giderken, otların aşırı yüksekliği nedeniyle askerlerin kargılarının ucunun bile görünmediğini, öncü askerlerin otları biçerek yol açtığını, 150 yıldır sürülmemiş olan toprakların leş gibi koktuğunu bildirmiştir. Mufassal Tahrir Defterleri ile Ahmet Cevdet Paşa'nın verdiği bilgilerden de öğrendiğimiz üzere, 16.yy. ile 19 yy. arasına rastlayan dönem, Osmanlı Devletinin eski ihtişamını ve gücünü yavaş, yavaş kaybetmeye başladığı dönemdir. Batıda özellikle Avusturya ve Rusya ile yapılan savaşların kaybedilmesiyle Celali isyanları Anadolu ve Rumeli'deki Toprak düzeninin bozulmasına dolaysıyla devletin yerine mahalli bölgelerde Ayan ve Ağa dediğimiz nüfuzlu kişilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. 1735' ten birkaç yıl önce, Burnaz ile Kurtkulağı arasına yerleştirilen İfraz-ı Zülkadiriye Türkmenlerinden Döngelelu, Ulaşlı Çalışlu, Develu ve Kebelu oymakları yerlerini terk ederek Okçu İzzettinli Kürtlerinin yaylağı olan Gâvur Dağlarına göç etmişlerdir. Böylece bölgedeki merkezi otorite zaafı daha da hızlanmıştır. Bunun sonucu olarak merkezi otoriteden vazgeçmek istemeyen devlet ile bu nüfuzlu kişiler sonraları karşı karşıya gelmek durumunda kalmışlardır. Öyle ki, bu oymaklardan çıkan, "Samur Kürklü Küçükalioğulları" sonradan Paşa olan Halil Bey ve oğlu Dede Bey ile onun da oğlu Mıstık Paşalar, Payas'da, hacıları ve yolcuları soyarak ünlenmişler, derebeyi olmuşlardı. Hatta Padişah Abdulaziz'in hediyelerini Mekke'ye götüren Surre Alayı dahi, Burnaz'da soyulmuştu. Gâvur Dağlarındaki Ulaşlı oymağına mensup Alibekiroğlu, Karayiğitoğlu, Çenetoğlu, Kaypakoğlu Ağaları da, Küçükalioğullarının beylerine tabi idiler. Dulkadirli eline bağlı oymaklardan bazılarının adı, yörede hala yaşamaktadır. Osmaniye / Gebeli'de Kebelular, Zorkun'da Küreciler, Küllü'de Küşne, Fenk'te Hacılar, Bahçe / Yuvaklı'da Yuvaklı, Kapılı'da Söylemezli, Cebel'de Oruçgazi oymakları yaşamış olmalıdırlar. OSMANİYE'NİN KURULUŞU Bilindiği gibi Padişah Abdulaziz, devletin çöküşünü önlemek amacıyla bir dizi reform yapmıştır. Bu reformlar arasında Gâvur Dağları, Kurt dağları, Kozan Dağları ve Kahramanmaraş'a kadar olan bölgedeki Türkmen isyanlarının bastırılması, Zeytun Ermenileri terörünün önlenmesi ile göçebe yaşayan aşiretlerin yerleştirilmesine ilişkin çalışmalar, hem ülkenin, hem de, bölgenin kaderini değiştirmiştir. Bölgedeki isyan ve terör sorununun çözümlenmesi için askeri yönden Derviş Paşa, siyasi yönden Ahmet Cevdet Paşanın yönetimindeki "Fırka-i İslahiye" adında bir reform ordusu kurulmuştur. Fırka-i İslahiye'nin yöredeki askeri harekatı ve reform çalışmaları Mayıs 1865 (Muharrem 1282) de başlamış, üç yıl gibi çok kısa bir süre sonunda, Şubat 1867 (Zilkade 1284) de tamamlanmıştır. Bu hareket esnasında, Yarpuz'da ki Türküdüzü çatışmalarından başka ciddi çatışma çıkmamış, ağaların ve beylerin hemen hepsi, kendi istekleriyle devlet güçlerine teslim olmuşlardır. Fırka-i İslahiye' de, her aşireti kendi kışlaklarına veya istedikleri yerlere iskan etmiştir. Buna rağmen dönemin ünlü halk ozanı Dadaloğlu'nun, Osmanlı'ya ve Fırka-i İslahiye ye tepkilerini anlamak mümkün değildir. Osmaniye'yi fırka-i İslahiye kurmuştur. Osmaniye'nin kuruluş sebeplerinden birincisi, burada, Hacı Osmanlı Köyü adında çok eski bir köyün olması, ikincisi, bu köyün, yörenin en saygın köyü olması, üçüncüsü ve belki de en önemli sebep burasının merkezi konumudur. Adına da zorunlu iskân nedeniyle halkın incinmiş olan gururunun okşanması için, buradaki köyün adı verilmiştir. Bir başka yoruma göre ise, Osmanlı Devletine duyulan saygıdan dolayı "Osmaniye" denmiştir. Osmaniye; "Osmanlılara ait" anlamına geldiği gibi "Osmanlının eli, Osmanlının yurdu" anlamlarını da çAğrıştırmaktadır. Osmaniye, 20 Ağustos 1865 (26 Rebiülevvel 1282) de, Fırka-i İslahiye, Hacı Osmanlı Köyüne geldiği gün fiilen kurulmuştur. Ardından kaza (Kaymakamlık) yapılmıştır. Aynı yıl, Hacı Osmanlı Köyü halkı, şimdiki Hacı Osmanlı Mahallesini, Alibekiroğulları, Bostancıdamı denilen şimdiki Alibekirli Mahallesini, Tecirli'lerden Cırnazlı aşireti de, Rızaiye Mahallesini oluşturdular. Daha sonra Kafkas'lardan gelen göçmenler de, "Dağıstan" denilen, şimdiki Alibeyli Mahallesini kurmuşlardır. Tecirli, Çenetoğlu ve bugünkü Ceyhan ilçesinin sınırları içinde kalan Cerit Nahiyelerini Osmaniye Kaymakamlığına, Osmaniye Payas (Üzeyir) Sancağına, Payas Sancağı da, Halep Valiliğine bağlanmıştır. Ancak 1867'de Payas, Kozan ve Adana Sancakları, Halep Valiliğinden alınmış, yeni kurulan Adana Valiliğine bağlanmıştır. Bu tarihte Osmaniye'nin nüfusu, nahiyeleriyle beraber 1.388 hane, yaklaşık 6.940 kişidir. 1872 yılında Osmaniye'nin Kaymakamı, Alibeyli Mahallesine de adı verilen Ali Efendidir. Bu tarihte ilçede; 1 Hükümet Konağı, 1 Cami, 3 Mescit, 1 Medrese ve 45 Dükkân ile 405 hane yaklaşık 2. 025 nüfus bulunmaktadır. CEBELİBEREKET SANCAĞI VE VİLAYETİNİN KURULMASI Cebelibereket, şimdi Amanos dağları denen Gâvur dağlarının ve burada kurulan sancağın adıdır. Osmanlıca bir deyim olup, "Bereket Dağı" anlamına gelmektedir. Tanzimat Fermanı'nın, Müslüman, gayrimüslim yasaklaması nedeniyle Müslüman olmayanlar için söylenen "Gâvur" deyimi de yasaklanmıştır. Bu yüzden "Gâvur Dağları" yerine bu dağların orman ürünlerinin yanı sıra zengin florasından dolayı, 1865'de Fırka-i İslahiye'nin komutanları bu adı vermişlerdir. Fırka-i İslahiye'nin iskan çalışmalarını tamamlayıp İstanbul'a dönmesinden 10 yıl sonra 1877 yılında Kozan'da, Kozanoğullarından Ömer adlı bir kişinin yeniden dağlara çekilip derebeylik yapma girişiminde bulunması, yöneticileri kaygılandırmıştı. Hatta bu olay üzerine Kozanoğlu aşiretinin yaktığı ağıtta şöyle denilmişti: Çıktım Kozan'nın dağına Remil attım dost bağına Ne durursun Kozanoğlu Kaç kurtul Gavurdağına" Cebelibereket Sancağının kurulmasının bu olayla bağlantısını kuranlar vardı. Cebelibereket Sancağı II. Abdulhamit'in padişahlığı zamanında, Ziya Paşa Adana Valisi iken, Gavur dağlarının yönetiminin ve denetiminin daha iyi yapılabilmesi ve Ziya Paşa'nın dediği gibi, buradaki halkın "hukukundan emin" olması için, Payas Sancağı Yarpuz'a taşınarak kurulmuştur. Adına "Cebelibereket Sancağı" denmiştir. Cebelibereket Sancağının kuruluş tarihi, dönemin Adana Valisi ünlü şairimiz Ziya Paşa'nın, bir zaman, Yarpuz Orman İşletme binası olarak kullanılan Hükümet Konağı için yazdığı altı mısra halindeki şu kitabe belirtilmiştir: "Hüda devletle han Abdulhamit'i payidar etsün Ki ahdinde memaliki feyz ü irfana karin oldu Payas'tan Yarpuz'a cay-i hükümet naki idüp şimdi Bu etrafın ahalisi hukukundan emin o Vilayette Ziya Vali iken yazdı bu tarihi Yapıldı buraya Bab-ül Hükümet dil-nişin oldu" Yapıldı buraya Bab-ül Hükümet dil-nişin oldu" mısrasındaki harflerin sayı değerlerinin, ebcet hesabıyla toplanmasından H.1296/M.1878 tarihi elde edilir. Yani, Payas Sancağı Yarpuz'a 1878 de taşınmış ve Cebelibereket Sancağı kurulmuştur. Cebelibereket Sancağı; Kozan, Mersin ve İçel Sancakları ile birlikte Adana Vilayetine bağlanmıştır. 1881 yılında, Cebelibereket'in Mutasarrıfı Yusuf Paşa, Osmaniye'nin Kaymakamı, Rızaiye Mahallesine de adı verilen Rıza Bey'dir. Bundan 111 yıl önce, Rıza Bey'in Cebelibereket Mutasarrıfı, Şemsettin Efendinin, Osmaniye Kaymakamı olarak görev yaptığı 1891 yılında Osmaniye şöyle tanıtılmaktadır: Osmaniye kazası Merkez-i Liva'dan 6 Saat süren ba'd garbide vaki Rızaiye makarr-ı kaza olup kıyı köyleri Cerit, Tacirli, Çenetoğlu Nahiyelerini havidir. Rızaiye kasabasının önünde kıble canibinden Karasu cereyan idüp, 7 değirmen ve 2 pirinç dingi idare eder harklara münkasim olarak pirinç ve susam vs. yetiştirir. Bu kaza dahilinde, Hamıs Suyu, Mercin namlarıyla büyükçe çaylar olup, Ceyhan Nehri'ne mansıb olurlar. Merkez-i Kazanın havası yazın kesb-i vehamet iderek, ahali iki buçuk ve dört saatlik mesafelerdeki yaylaklara çıkarlar. Ormanlık ve eşcar-ı müsirresi ve mahsülat-ı arzıyyesi derece-i vüstada olup, aşaire mahsus kilim , çul ve kıl inas nesh ve imal iderler. Mezkur Cerid Nahiyesinin kilimleri aşairin, eskiden beri meşhur olan kilimlerinin en güzel nefisidir. Ahali-i kazanın bir kısmı rençberlik ve ziraat ettikleri gibi, kısm-ı diğeri de sığır, koyun ve keçi yetiştirirler. 1 Cami, 5 Han, 3 Fırın 30 Dükkan, 2 Mektep, 7 Değirmen, 2 Dink vücuttur. Cebelibereket Sancağı, 1908 yılında Meşrutiyet'in ilanı ile birlikte, Yarpuz'dan önce Erzin'e , sonra da Osmaniye'ye taşınmıştır. Osmaniye'de Merkez Ortaokulunun yerindeki hanın, ilk sancak binası olduğu söylenir. 1923 yılında Cumhuriyetin ilanı ile birlikte sancakların vilayete dönüştürülmesi nedeniyle "Cebelibereket Vilayeti" adını almıştır. Mehmet Eminler'in evinin de Vilayet Konağı olarak kullanıldığı söylenir. Ama asıl Vilayet Konağı, 1930'da yaptırılan bir süre de Kaymakamlık olarak kullanıldıktan sonra, 1991 yılında yıktırılıp yerine Özel İdare işhanı dikilen binadır. Cebelibereket Vilayetinin Merkezi Osmaniye'dedir. Bahçe, İslahiye, Hassa, Payas ve Ceyhan da kazaları olmuştur. 1908'den itibaren 15 yıl sancak, 10 yıl da vilayet merkezi olan Osmaniye 1 Haziran 1933'de sebebi hala anlaşılamayan bir tasarrufla ilçe haline dönüştürülmüş ve Adana'ya bağlanmıştır. Osmaniye, 1865 iskânından sonra coğrafi konumundan kaynaklanan avantajları nedeni ile hızla gelişmiştir. 1927 yılında Osmaniye'de 35 konak, 200'ü kiremit örtülü olmak üzere, 400 huğ tipi konut olduğu söylenmektedir. 1927 yılında nahiye ve köyleri ile birlikte Osmaniye'nin nüfusu 18.282 iken, 1940 yılında 24.778'e, 1945 yılında 29.054'e, 1950 yılında 34.661'e ulaşmıştır. 1950'lerde ülke çapında başlayan sanayileşme/şehirleşme sürecinde merkezi konumu, ulaşım kolaylığı ve ılıman iklimi nedenleriyle, Osmaniye tarım işçilerinin göç cenneti olmuştur. İskenderun Demir ve Çelik Fabrikasının açılması ile birlikte Osmaniye'ye göç hızla artmıştır. Tarih boyunca yukarı Çukurova'nın adeta devamı olan Gâvur Dağları ve bu dağların koyaklarındaki yemyeşil yaylaları da, bölgenin en Canlı turizm köşelerindendir. Osmaniye ve çevresindeki yerleşim birimlerinden her yaz sadece iki Ay gibi kısa bir süre için, bu yaylalara 50.000'den fazla nüfus çıkmaktadır. Çukurova'da yayla turizmi yönünden Tekir, Bürücek ve Namrun yaylalarının alternatifi olan Zorkun, Mitisin-Dervişpınarı, Olukbaşı, Fenk, Ürün, Maksutoğlu ve Bağdaş yaylaları alt yapılarının yetersiz olması nedeniyle kışın tamamen terk edilmektedir. Sonuç Olarak Ceyhan Nehrinin doğu yakasında bulunan yukarı Çukurova, antik dönemlerde Karatepe, Kastabala ve Toprakkale, Osmanlı döneminde ise, Kınık Şehri ile ünlenmiştir.
Osmaniye Sohbet:
Osmaniye Resimleri:
Osmaniye Tarihi:
Yukarı Çukurova'da, Ceyhan Nehri'nin doğu yakasında yer alan, alabildiğine geniş hinterlandıyla Osmaniye; Ceyhan Nehri, Hamıs, Karaçay, Kesiksuyu ve Sabun Çayları nedeniyle sulak, hem de Çukurova'yı doğuya bağlayan yolların kavşağında olması nedeniyle işlek bir bölgededir. Uluslar arası karayolu (D-400) ve Gaziantep-Tarsus otoyolu (TEM) hatta demiryolunun geçtiği güzergah binlerce yıldan beri "Maraş Yolu" olarak kullanılmıştır. Bu güzergâh Gâvur Dağlarını, meşhur Aslanbeli (Nurdağı Tepesi) denen yerden aşarak Çukurova ile doğu arasında bir köprü olmuştur. Bu yoldan M.Ö.333'te İran Kralı Dara ve ordusu da geçmiştir. 1671 yılında Evliya Çelebi de aynı yolu kullanmıştır. Gavur Dağları tarihin en eski devirlerinden itibaren kaynaklarda yer almış ve birçok tarihi olaya sahne olmuştur. M.Ö. 3.bin yılı Mezopotamya kaynaklarında (Eski Akat ve Sümer), "Amanum", imparatorluk devrine ait bir Hitit tabletinde "Amana", M.Ö. 4 - 7 yy. Asur yazıtları da "Hamanu", klasik kaynaklarda "Maurun Oros" ( Karadağ ), haçlılar devrine ait batı kaynaklarında "Montana Migra" (Karadağ).İslam kaynaklarında ise "Cebel'ül - lukkam" olarak kaydedilmektedir. Boğazköy kökenli Naramsin Tabletinde "Sedir Ağacı (Amanos) kralı İskuppu" adının geçmesiyle eski dönemlerde Gâvur Dağlarının çeşitli ağaçlar bakımından zenginliğini, bölgede M.Ö. 3. binin sonunda yerli halkın Akadlarca da tanınan bir siyasi birlik oluşturduklarını görmekteyiz. Amanos Klik yasında Prokonsüllük yapmış olan, meşhur hatip ve devlet adamı Çiçeronun M.S. 51'de yazdığı mektupta da Amanos'lardan bahsedilmektedir. M.S. 2. yy.'de Roma çağında, Küllü Köyünün yakınlarında yerleşik bir toplumun yaşadığı bugün hala var olan gömütlerden anlaşılmaktadır. Osmaniye üzerinden doğuya giden ikinci yol, Örenşar, Kastabala'dan gelip, Karatepe üzerinden anti-torosları aşan, halk arasında Ağyol Kocayol diye bilinen yoldur. Böylesine geniş, işlek ve sulak bir bölgenin merkezini oluşturan yukarı Çukurova, doğal olarak antik çağlardan beri önemli bir yerleşim bölgesi olmuştur. OSMANLILAR DÖNEMİNDE KINIK KAZASI VE SINIRLARI Anadolu Fatihi Kutalmış oğlu, 1. Rükneddin Süleyman Şah 1083 yılında Adana, Tarsus, Misis ve Anazarva dahil bütün Çukurova'yı, 17. Aralık 1084 Salı günü Antakya'yı fethetti. Böylece bütün Çukurova bu tarihte, Anadolu Selçuklu Devleti'nin egemenliğine girmiş oldu. Ancak, kısa bir süre sonra, 1096'da haçlıların işgaline uğramıştır. Anadolu'da Haçlı ordularıyla amansız bir savaşa giren Selçuklular, Çukurova'yı biraz ihmal etmişlerdir. Bu hassas dönemde, Haçlılarla işbirliği yapan Ermeniler dağlardan inerek, Kilikya Ermeni Prensliğini kurmuşlardır. Ancak hiçbir zaman tam bağımsız devlet olamayan Ermeni Prensliği, daima güçlü devletlere bağlı olarak yaşamıştır. Adana Müzesindeki bir yüzünde Ermeni Prensi'nin, diğer yüzünde Selçuklu Sultanı'nın adının yazılı olduğu sikkeler, bu görüşü destekleyen çok önemli belgelerdir. 1243 Kösedağ savaşı sonrasında ortaya çıkan Moğol baskısı ile Anadolu'da yoğun bir nüfus hareketliliği yaşanmaya başladı. İçlerinde Beydili mensubu Türkmenlerinde bulunduğu bir grup Suriye'ye göç ederek Memluk Devletine sığındılar. Bir Memluk müellifi, Moğolların baskısından kaçıp Memluk Devletine sığınan Türkmenlerin 100 bin Aile olduğunu ve Sultan Baybars'ın bunlara Gazze'den Sis'e ( Kozan ) kadar uzanan yerlerde, İktalar vermiş olduğunu söylemektedir. Sultan Baybars 1266, 1273 ve 1275 yıllarında Çukurova ve çevresine Türkmen atlıları ile akınlar yaptı. Bu Türkmen atlıları dediğimiz ve dalga, dalga Çukurova'ya akın eden Türkmenler, Oğuz'ların üçok kolundan, Yüreğir, Kınık, Bayındır ve Salur boylarının mensuplarıdır. Orta Asya bozkırlarında olduğu gibi, konar-göçer yaşayan, oku ve yayı çok iyi kullanan, uzun saçlı bu Türkmenlerden Yüreğir oğlu Ramazan, 1352 yılında, Memluk Devleti tarafından, Çukurova'daki Türkmenlerin Beyliğine getirildi. Böylece 14.yy da, çoğunlukla kalelerine oturulan Çukurova'da, köyler ve kasabalar kurulmaya başlandı. Bu yeni uygarlık döneminde Pyrmos; " Ceyhan Nehri", Amanos'da "Gâvur Dağları" adını aldı. Çukurova'ya gelen Türkmenler arasında Selçuklu Devleti'nin kurucularını ve hanedanını da çıkarmış olan Kınıklar, güçlü bir boydu. Hatta 1375 yılının başlarında, Ebu Bekir adında beyleri ile 15.000 Kınıklı Kozanı (Sis) kuşatmışlardı. Böylece Kilikya Ermeni Prensliğini de sona erdirmişlerdi. Bu olaydan üç yıl sonra, Memlukların kışkırtması sonucu, Yüreğir'ler ile arası açılan Kınıkların, büyük bir kısmı Çukurova'dan göç etmiştir. Çukurova'nın 1516'da Osmanlı Devletine bağlanmasından sonra, 1521 tarihinde yapılan arazi ve nüfus yazımında, Kınık'ların, bir kaza kurdukları tespit edilmiştir. Üstelik Kınık'ların göçebe olmadıkları, yani yerleşik ve çok uygar yaşadıkları anlaşılmıştır. Yapılan inceleme ve araştırmalarda, şimdiye kadar yeri bilinmeyen bu ünlü Kınık Şehrinin yerinin, bugünkü Osmaniye olduğu anlaşılmıştır. 1521 yılında, iki mahallesi olan Kınık Şehrinin, 1.572'de beş mahallesi, 16 köyü ve 54 ekinliği (mezrası) olduğu belirlenmiştir. Nüfusu' da 7.28'i merkezde, 1.504'ü köy ve ekinliklerde olmak üzere, 2.332 kişidir. Aynı yıl beyliğin merkezi olan Adana'nın nüfusu da 3.981'dir. Kınık halkının çoğunluğu çeltikçilik yapıyor, pamuk, Buğday, Arpa ve Yulaf tarımı ile uğraşıyorlardı. Bizanslıların bazalt taşlarla yapılmış basit el değirmenlerine karşılık, Çukurova Türkmenlerinden Kınık'ların Mercin Çayı üzerinde Ramazanoğlu Vakfı ile yaptırılmış, Su ile çalışan değirmenleri vardı. Kınık Şehri aynı zamanda ünlü bir ticaret merkezi ve pazaryeri idi. Adana-Misis-Kurtkulağı - Payas hattı üzerinden geçen Şam yolu (İpek Yolu) ile buradan geçen Maraş Yolu tüccarları develerle, atlarla, katırlarla gelip alış-veriş yapıyorlardı. Haftada bir kurulan ve İsneyn pazarı denen bu pazarda; Pirinç, Bal, yağ, üzüm, Un, pekmez, bez, arpa, keçe ve yapağı gibi çeşitli mallar alınıp satılıyordu. 1671 yılında, İsneyn pazarının da kurulduğu Gün, buradan geçen dünyaca ünlü Türk seyyahı Evliya Çelebi, pazarda 20.000 - 30.000 kişinin alışveriş yaptığını biraz abartarak belirtmiştir. Hatta "Müzeyyen İsneyn" yani "güzel İsneyn" diyerek övmüştür. "İnşallah-u Taala bu İsneyn bir şehr-i azim olur" diye de dua etmiştir. Daha sonra İsneyn adı o kadar ünlenmiştir ki Kınık adıyla özdeşleşmiştir. Mesela H.1118/ M. 1707 tarihli fermanda ".İfraz-ı Zülkadir taifesinden mukaddema İsneyn ovası civarında cibal-i saibbaya tehassun iden tacirlü cemaatlerinin biavnihi Taala cemiyetlerinin tefrik ve cezaları verilmesi..." denilerek, Kınık yerine, İsneyn adı da kullanılmış ve buradaki asayiş sorunlarının çözümü istenmiştir. Kanuni Sultan Süleyman zamanında Kınık halkının, pazarının ve çeltikçilerinin hukukunu düzenlemek için, 18 Madde halinde "Kanunname" yayınlanmıştır. Mesela kanunnamenin bir maddesinde "ve etraftan Pazaryerine gelip dükkân kuran tacirlerden ve çerçilerden her birinden dükkân başına ikişer Halebî akçe alınır imiş." denilerek dükkân açmak isteyenlerden alınacak ücret belirlenmiştir. 1691 tarihli sınır nameye göre Kınık şehrinin sınırlarının, bugün de yukarı Çukurova dediğimiz; Erzin, Hacbel, Zorkun, Hınzır ve Cebel üzerinden Düldül dağına, ovada Osmaniye ve Ceyhan Nehri boyunca, Ceyhan İlçesinin kuzeyinin tamamını içine alan bölgeye yayıldığı görülmüştür. Evliya Çelebi de Aslanlıbel'e geldiğinde "O mahalde İsneyn Pazarının Kınıklı kazası ve Adana eyaleti hududu tamam oldu" diyerek, Kınık'ın doğu sınırının buraya kadar geldiğini bildirmiştir. Böylesine geniş bir bölgeye yerleşmiş olan keçe külahlı Türkmen kocaları, sandal tumanlı Türkmen kızlarıyla, Kınıklar, çok mutlu yaşıyorlardı. Çukurovalı ünlü ozan Karacaoğlan da bu dönemde yaşamıştır. Ancak Celali isyanları ile başlayan yasa dışı hareketler nedeniyle, Kınıkların mutluluğu uzun sürmemiştir. Dulkadiroğlu elinden ayrılıp geldikleri için "İfraz-ı Zülkadiriye" denen aşiretlerden özellikle Tecirli, Cerit ve Akçakoyunlular Kınık'a yerleşmişlerdir. Devletin aşırı vergi isteklerinden, aşiretlerin talanlarından yılan Kınıklar, yerlerini yurtlarını terk etmek zorunda kalmışlardır. Çoğunun dağlara çekildiği söylenirse de, nereye gittikleri tam olarak bilinmemektedir. Kınık Şehrinin köylerinden olan Viranşehir'in; Toprakkale'nin doğusu veya Osmaniye'nin kuzeyindeki Örenşar denen yer Laçalu'nun, Toprakkale'nin güneyindeki Leçelik İnab'ın, Sakızgediği yamacındaki Hanneblikeli denen yer, Mercin'in, halen Ceyhan'ın kuzeyindeki aynı adla anılan köy, Türki'nin de, yarpuzdaki Türkdüzü olduğu sanılmaktadır. Harabeye dönen Kınık Şehrinden ayakta kalanlar; Kınık eşrafından Hacı Osman ağanın kendi adıyla anılan köyü, yani şimdiki Hacı Osmanlı Mahallesi ve Evliya Çelebi'nin "Kınık Kalesi" dediği Toprakkale ile Karaçay'da Hasan Dede, Dereobasında Pir Sofu, Fakıuşağında Yağmur Dede, Toprakkale'de askeri mühimmat deposunun batısındaki tepede Süleyman Dede, adlı Kınık ulularının mezarlarıdır. Kınık, 19. yy. da Osmaniye kuruluncaya değin bir kaza merkezi olarak anılmaya devam etmiştir. BUNALIM DÖNEMİNDE GÂVUR DAĞLARI Gâvur Dağları olarak ünlenen bu sıra dağlar Belen'den başlayıp Düldül Dağlarına kadar uzanırlar. Bir Başka ifade ile bu ünlü dağ silsilesi Maraş çevresinden başlar, kuzeydoğu, güneybatı yönünde sıralanarak Asi nehrine kadar ulaşır. Ahmet Cevdet Paşa'nın tarifi de bu doğrultudadır. Tarihin değişik safhalarında çeşitli isimlerle anılan bu amansız sıra dağlar, Orta Çağda Bizans - Abbasi sınırını oluşturmuş ve Bizanslılar tarafından "Amanos Dağları" olarak anılmıştır. Araplar ise "Kafir Dağları" demişlerdir. Karadağ ismi ilende bir dönem bilinen bu muazzam silsile Ulaşlı'lara yüzyıllarca yurtlukta yapma görevini ifa ettiğinden olsa gerek Ulaşlı dağları olarakta anılabilmektedir. Bölge daha sonraları ise Cebeli bereket olarak isimlendirilmiştir. Haziran 1941'de, Ankara'da toplanan 1. Coğrafya kurultayı, yukarıda saydığımız gibi değişik isimlerle anılan Gâvur Dağlarının adını, Amanos Dağları olarak kabul etmiştir. Kınık Şehrinin ve köylerinin terk edilmesinden sonra, başta Tecirli ve Ceritlerin kışlağı olan Çukurova; sazlık, bataklık ve ormanlık hale gelmiştir. Ahmet Cevdet Paşa, 1865 yılında, Osmaniye'den Kadirli'ye giderken, otların aşırı yüksekliği nedeniyle askerlerin kargılarının ucunun bile görünmediğini, öncü askerlerin otları biçerek yol açtığını, 150 yıldır sürülmemiş olan toprakların leş gibi koktuğunu bildirmiştir. Mufassal Tahrir Defterleri ile Ahmet Cevdet Paşa'nın verdiği bilgilerden de öğrendiğimiz üzere, 16.yy. ile 19 yy. arasına rastlayan dönem, Osmanlı Devletinin eski ihtişamını ve gücünü yavaş, yavaş kaybetmeye başladığı dönemdir. Batıda özellikle Avusturya ve Rusya ile yapılan savaşların kaybedilmesiyle Celali isyanları Anadolu ve Rumeli'deki Toprak düzeninin bozulmasına dolaysıyla devletin yerine mahalli bölgelerde Ayan ve Ağa dediğimiz nüfuzlu kişilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. 1735' ten birkaç yıl önce, Burnaz ile Kurtkulağı arasına yerleştirilen İfraz-ı Zülkadiriye Türkmenlerinden Döngelelu, Ulaşlı Çalışlu, Develu ve Kebelu oymakları yerlerini terk ederek Okçu İzzettinli Kürtlerinin yaylağı olan Gâvur Dağlarına göç etmişlerdir. Böylece bölgedeki merkezi otorite zaafı daha da hızlanmıştır. Bunun sonucu olarak merkezi otoriteden vazgeçmek istemeyen devlet ile bu nüfuzlu kişiler sonraları karşı karşıya gelmek durumunda kalmışlardır. Öyle ki, bu oymaklardan çıkan, "Samur Kürklü Küçükalioğulları" sonradan Paşa olan Halil Bey ve oğlu Dede Bey ile onun da oğlu Mıstık Paşalar, Payas'da, hacıları ve yolcuları soyarak ünlenmişler, derebeyi olmuşlardı. Hatta Padişah Abdulaziz'in hediyelerini Mekke'ye götüren Surre Alayı dahi, Burnaz'da soyulmuştu. Gâvur Dağlarındaki Ulaşlı oymağına mensup Alibekiroğlu, Karayiğitoğlu, Çenetoğlu, Kaypakoğlu Ağaları da, Küçükalioğullarının beylerine tabi idiler. Dulkadirli eline bağlı oymaklardan bazılarının adı, yörede hala yaşamaktadır. Osmaniye / Gebeli'de Kebelular, Zorkun'da Küreciler, Küllü'de Küşne, Fenk'te Hacılar, Bahçe / Yuvaklı'da Yuvaklı, Kapılı'da Söylemezli, Cebel'de Oruçgazi oymakları yaşamış olmalıdırlar. OSMANİYE'NİN KURULUŞU Bilindiği gibi Padişah Abdulaziz, devletin çöküşünü önlemek amacıyla bir dizi reform yapmıştır. Bu reformlar arasında Gâvur Dağları, Kurt dağları, Kozan Dağları ve Kahramanmaraş'a kadar olan bölgedeki Türkmen isyanlarının bastırılması, Zeytun Ermenileri terörünün önlenmesi ile göçebe yaşayan aşiretlerin yerleştirilmesine ilişkin çalışmalar, hem ülkenin, hem de, bölgenin kaderini değiştirmiştir. Bölgedeki isyan ve terör sorununun çözümlenmesi için askeri yönden Derviş Paşa, siyasi yönden Ahmet Cevdet Paşanın yönetimindeki "Fırka-i İslahiye" adında bir reform ordusu kurulmuştur. Fırka-i İslahiye'nin yöredeki askeri harekatı ve reform çalışmaları Mayıs 1865 (Muharrem 1282) de başlamış, üç yıl gibi çok kısa bir süre sonunda, Şubat 1867 (Zilkade 1284) de tamamlanmıştır. Bu hareket esnasında, Yarpuz'da ki Türküdüzü çatışmalarından başka ciddi çatışma çıkmamış, ağaların ve beylerin hemen hepsi, kendi istekleriyle devlet güçlerine teslim olmuşlardır. Fırka-i İslahiye' de, her aşireti kendi kışlaklarına veya istedikleri yerlere iskan etmiştir. Buna rağmen dönemin ünlü halk ozanı Dadaloğlu'nun, Osmanlı'ya ve Fırka-i İslahiye ye tepkilerini anlamak mümkün değildir. Osmaniye'yi fırka-i İslahiye kurmuştur. Osmaniye'nin kuruluş sebeplerinden birincisi, burada, Hacı Osmanlı Köyü adında çok eski bir köyün olması, ikincisi, bu köyün, yörenin en saygın köyü olması, üçüncüsü ve belki de en önemli sebep burasının merkezi konumudur. Adına da zorunlu iskân nedeniyle halkın incinmiş olan gururunun okşanması için, buradaki köyün adı verilmiştir. Bir başka yoruma göre ise, Osmanlı Devletine duyulan saygıdan dolayı "Osmaniye" denmiştir. Osmaniye; "Osmanlılara ait" anlamına geldiği gibi "Osmanlının eli, Osmanlının yurdu" anlamlarını da çAğrıştırmaktadır. Osmaniye, 20 Ağustos 1865 (26 Rebiülevvel 1282) de, Fırka-i İslahiye, Hacı Osmanlı Köyüne geldiği gün fiilen kurulmuştur. Ardından kaza (Kaymakamlık) yapılmıştır. Aynı yıl, Hacı Osmanlı Köyü halkı, şimdiki Hacı Osmanlı Mahallesini, Alibekiroğulları, Bostancıdamı denilen şimdiki Alibekirli Mahallesini, Tecirli'lerden Cırnazlı aşireti de, Rızaiye Mahallesini oluşturdular. Daha sonra Kafkas'lardan gelen göçmenler de, "Dağıstan" denilen, şimdiki Alibeyli Mahallesini kurmuşlardır. Tecirli, Çenetoğlu ve bugünkü Ceyhan ilçesinin sınırları içinde kalan Cerit Nahiyelerini Osmaniye Kaymakamlığına, Osmaniye Payas (Üzeyir) Sancağına, Payas Sancağı da, Halep Valiliğine bağlanmıştır. Ancak 1867'de Payas, Kozan ve Adana Sancakları, Halep Valiliğinden alınmış, yeni kurulan Adana Valiliğine bağlanmıştır. Bu tarihte Osmaniye'nin nüfusu, nahiyeleriyle beraber 1.388 hane, yaklaşık 6.940 kişidir. 1872 yılında Osmaniye'nin Kaymakamı, Alibeyli Mahallesine de adı verilen Ali Efendidir. Bu tarihte ilçede; 1 Hükümet Konağı, 1 Cami, 3 Mescit, 1 Medrese ve 45 Dükkân ile 405 hane yaklaşık 2. 025 nüfus bulunmaktadır. CEBELİBEREKET SANCAĞI VE VİLAYETİNİN KURULMASI Cebelibereket, şimdi Amanos dağları denen Gâvur dağlarının ve burada kurulan sancağın adıdır. Osmanlıca bir deyim olup, "Bereket Dağı" anlamına gelmektedir. Tanzimat Fermanı'nın, Müslüman, gayrimüslim yasaklaması nedeniyle Müslüman olmayanlar için söylenen "Gâvur" deyimi de yasaklanmıştır. Bu yüzden "Gâvur Dağları" yerine bu dağların orman ürünlerinin yanı sıra zengin florasından dolayı, 1865'de Fırka-i İslahiye'nin komutanları bu adı vermişlerdir. Fırka-i İslahiye'nin iskan çalışmalarını tamamlayıp İstanbul'a dönmesinden 10 yıl sonra 1877 yılında Kozan'da, Kozanoğullarından Ömer adlı bir kişinin yeniden dağlara çekilip derebeylik yapma girişiminde bulunması, yöneticileri kaygılandırmıştı. Hatta bu olay üzerine Kozanoğlu aşiretinin yaktığı ağıtta şöyle denilmişti: Çıktım Kozan'nın dağına Remil attım dost bağına Ne durursun Kozanoğlu Kaç kurtul Gavurdağına" Cebelibereket Sancağının kurulmasının bu olayla bağlantısını kuranlar vardı. Cebelibereket Sancağı II. Abdulhamit'in padişahlığı zamanında, Ziya Paşa Adana Valisi iken, Gavur dağlarının yönetiminin ve denetiminin daha iyi yapılabilmesi ve Ziya Paşa'nın dediği gibi, buradaki halkın "hukukundan emin" olması için, Payas Sancağı Yarpuz'a taşınarak kurulmuştur. Adına "Cebelibereket Sancağı" denmiştir. Cebelibereket Sancağının kuruluş tarihi, dönemin Adana Valisi ünlü şairimiz Ziya Paşa'nın, bir zaman, Yarpuz Orman İşletme binası olarak kullanılan Hükümet Konağı için yazdığı altı mısra halindeki şu kitabe belirtilmiştir: "Hüda devletle han Abdulhamit'i payidar etsün Ki ahdinde memaliki feyz ü irfana karin oldu Payas'tan Yarpuz'a cay-i hükümet naki idüp şimdi Bu etrafın ahalisi hukukundan emin o Vilayette Ziya Vali iken yazdı bu tarihi Yapıldı buraya Bab-ül Hükümet dil-nişin oldu" Yapıldı buraya Bab-ül Hükümet dil-nişin oldu" mısrasındaki harflerin sayı değerlerinin, ebcet hesabıyla toplanmasından H.1296/M.1878 tarihi elde edilir. Yani, Payas Sancağı Yarpuz'a 1878 de taşınmış ve Cebelibereket Sancağı kurulmuştur. Cebelibereket Sancağı; Kozan, Mersin ve İçel Sancakları ile birlikte Adana Vilayetine bağlanmıştır. 1881 yılında, Cebelibereket'in Mutasarrıfı Yusuf Paşa, Osmaniye'nin Kaymakamı, Rızaiye Mahallesine de adı verilen Rıza Bey'dir. Bundan 111 yıl önce, Rıza Bey'in Cebelibereket Mutasarrıfı, Şemsettin Efendinin, Osmaniye Kaymakamı olarak görev yaptığı 1891 yılında Osmaniye şöyle tanıtılmaktadır: Osmaniye kazası Merkez-i Liva'dan 6 Saat süren ba'd garbide vaki Rızaiye makarr-ı kaza olup kıyı köyleri Cerit, Tacirli, Çenetoğlu Nahiyelerini havidir. Rızaiye kasabasının önünde kıble canibinden Karasu cereyan idüp, 7 değirmen ve 2 pirinç dingi idare eder harklara münkasim olarak pirinç ve susam vs. yetiştirir. Bu kaza dahilinde, Hamıs Suyu, Mercin namlarıyla büyükçe çaylar olup, Ceyhan Nehri'ne mansıb olurlar. Merkez-i Kazanın havası yazın kesb-i vehamet iderek, ahali iki buçuk ve dört saatlik mesafelerdeki yaylaklara çıkarlar. Ormanlık ve eşcar-ı müsirresi ve mahsülat-ı arzıyyesi derece-i vüstada olup, aşaire mahsus kilim , çul ve kıl inas nesh ve imal iderler. Mezkur Cerid Nahiyesinin kilimleri aşairin, eskiden beri meşhur olan kilimlerinin en güzel nefisidir. Ahali-i kazanın bir kısmı rençberlik ve ziraat ettikleri gibi, kısm-ı diğeri de sığır, koyun ve keçi yetiştirirler. 1 Cami, 5 Han, 3 Fırın 30 Dükkan, 2 Mektep, 7 Değirmen, 2 Dink vücuttur. Cebelibereket Sancağı, 1908 yılında Meşrutiyet'in ilanı ile birlikte, Yarpuz'dan önce Erzin'e , sonra da Osmaniye'ye taşınmıştır. Osmaniye'de Merkez Ortaokulunun yerindeki hanın, ilk sancak binası olduğu söylenir. 1923 yılında Cumhuriyetin ilanı ile birlikte sancakların vilayete dönüştürülmesi nedeniyle "Cebelibereket Vilayeti" adını almıştır. Mehmet Eminler'in evinin de Vilayet Konağı olarak kullanıldığı söylenir. Ama asıl Vilayet Konağı, 1930'da yaptırılan bir süre de Kaymakamlık olarak kullanıldıktan sonra, 1991 yılında yıktırılıp yerine Özel İdare işhanı dikilen binadır. Cebelibereket Vilayetinin Merkezi Osmaniye'dedir. Bahçe, İslahiye, Hassa, Payas ve Ceyhan da kazaları olmuştur. 1908'den itibaren 15 yıl sancak, 10 yıl da vilayet merkezi olan Osmaniye 1 Haziran 1933'de sebebi hala anlaşılamayan bir tasarrufla ilçe haline dönüştürülmüş ve Adana'ya bağlanmıştır. Osmaniye, 1865 iskânından sonra coğrafi konumundan kaynaklanan avantajları nedeni ile hızla gelişmiştir. 1927 yılında Osmaniye'de 35 konak, 200'ü kiremit örtülü olmak üzere, 400 huğ tipi konut olduğu söylenmektedir. 1927 yılında nahiye ve köyleri ile birlikte Osmaniye'nin nüfusu 18.282 iken, 1940 yılında 24.778'e, 1945 yılında 29.054'e, 1950 yılında 34.661'e ulaşmıştır. 1950'lerde ülke çapında başlayan sanayileşme/şehirleşme sürecinde merkezi konumu, ulaşım kolaylığı ve ılıman iklimi nedenleriyle, Osmaniye tarım işçilerinin göç cenneti olmuştur. İskenderun Demir ve Çelik Fabrikasının açılması ile birlikte Osmaniye'ye göç hızla artmıştır. Tarih boyunca yukarı Çukurova'nın adeta devamı olan Gâvur Dağları ve bu dağların koyaklarındaki yemyeşil yaylaları da, bölgenin en Canlı turizm köşelerindendir. Osmaniye ve çevresindeki yerleşim birimlerinden her yaz sadece iki Ay gibi kısa bir süre için, bu yaylalara 50.000'den fazla nüfus çıkmaktadır. Çukurova'da yayla turizmi yönünden Tekir, Bürücek ve Namrun yaylalarının alternatifi olan Zorkun, Mitisin-Dervişpınarı, Olukbaşı, Fenk, Ürün, Maksutoğlu ve Bağdaş yaylaları alt yapılarının yetersiz olması nedeniyle kışın tamamen terk edilmektedir. Sonuç Olarak Ceyhan Nehrinin doğu yakasında bulunan yukarı Çukurova, antik dönemlerde Karatepe, Kastabala ve Toprakkale, Osmanlı döneminde ise, Kınık Şehri ile ünlenmiştir.
Etiketler:
chat,
Hurchat,
kanallar,
muhabbet.,
odası,
Osmaniye Resimleri,
Osmaniye Sohbet,
Osmaniye Tarihi,
sohbet,
Sohbet Etmek İstiyorum,
Sohbet odaları
Kilis Sohbet - Kilis Resimleri - Kilis Tarihi
| 0 yorum
Ukala Sohbet, Kilis Sohbet, Kilis Resimleri, Kilis Tarihi, Sohbet Etmek İstiyorum, Sohbet, Chat, Sohbet Odaları, Odası, Kanallar, Muhabbet.
Kilis Sohbet:
Kilis Resimleri:
Kilis Tarihi:
Kilis İ.Ö. 1460 yıllarında Halep krallığına bağlıydı. Hitit imparatorluk döneminin başlamasıyla Hitit etkisine girdi. M. Ö 356 da Makedonya'dan yola çıkan büyük İskender kuzey batıdan güney doğuya doğru bütün Anadolu topraklarını işgal ederek İskenderun körfezine dayanarak İskenderun'u kurup Kilis üzerinden mısıra doğru yoluna devam etmiştir. M. Ö. 323 yılında İskender'in ölümüyle imparatorluk 3 general arasında paylaşıldığında Kilis ve çevresi Selefki'nin egemenliği altına girmiş ve 227 yıl Selefkiler devletinin egemenliği altında kalmıştır. Türklerin bölgeye gelişi 8. yy da başlar. Harun Reşit El-Mehdi döneminde Orta Asya'dan koparak islamiyeti kabul eden horasanlı oğuz boyları gruplar halinde Abbasilerin hizmetine girmeye başlarlar. Kentin bugün bulunduğu yerde Kilis adıyla gelişmesi Mısır-Türk kölemen devleti zamanında yani 1250 li yıllarda başlamıştır. Osmanlı devleti topraklarına yavuz sultan selim tarafından 23 Ağustos 1516 da Mercidabık köyü civarında yapılan ve aynı adla anılan savaş sonucunda katılan Kilis bu dönemde Halep eyaletine bağlı bir sancaktı. Kilis Mondros mütarekesiyle aralık 1918 de önce İngilizler daha sonrada Fransızlar tarafından işgal edilir. Bölgedeki Ermeniler Fransızlarla birleşerek Kilislilere zor günler yaşatırlar. Tüm yurtta seferberliğin başlamasıyla Kilis'te kurulan Kilis Kuva-i Milliyesi düşmanlarla kahramanca çarpışarak 6 aralım 1921 de kendi kurtuluşunu kendi kazanır ve Gaziantep e yardıma gider. Kilis 1927 yılında G.antep il olunca G.antep'e bağlı bir ilçe olmuştur.Ve 6 haziran 1995 tarihinde de il statüsüne kavuşmuştur.
Kilis Sohbet:
Kilis Resimleri:
Kilis Tarihi:
Kilis İ.Ö. 1460 yıllarında Halep krallığına bağlıydı. Hitit imparatorluk döneminin başlamasıyla Hitit etkisine girdi. M. Ö 356 da Makedonya'dan yola çıkan büyük İskender kuzey batıdan güney doğuya doğru bütün Anadolu topraklarını işgal ederek İskenderun körfezine dayanarak İskenderun'u kurup Kilis üzerinden mısıra doğru yoluna devam etmiştir. M. Ö. 323 yılında İskender'in ölümüyle imparatorluk 3 general arasında paylaşıldığında Kilis ve çevresi Selefki'nin egemenliği altına girmiş ve 227 yıl Selefkiler devletinin egemenliği altında kalmıştır. Türklerin bölgeye gelişi 8. yy da başlar. Harun Reşit El-Mehdi döneminde Orta Asya'dan koparak islamiyeti kabul eden horasanlı oğuz boyları gruplar halinde Abbasilerin hizmetine girmeye başlarlar. Kentin bugün bulunduğu yerde Kilis adıyla gelişmesi Mısır-Türk kölemen devleti zamanında yani 1250 li yıllarda başlamıştır. Osmanlı devleti topraklarına yavuz sultan selim tarafından 23 Ağustos 1516 da Mercidabık köyü civarında yapılan ve aynı adla anılan savaş sonucunda katılan Kilis bu dönemde Halep eyaletine bağlı bir sancaktı. Kilis Mondros mütarekesiyle aralık 1918 de önce İngilizler daha sonrada Fransızlar tarafından işgal edilir. Bölgedeki Ermeniler Fransızlarla birleşerek Kilislilere zor günler yaşatırlar. Tüm yurtta seferberliğin başlamasıyla Kilis'te kurulan Kilis Kuva-i Milliyesi düşmanlarla kahramanca çarpışarak 6 aralım 1921 de kendi kurtuluşunu kendi kazanır ve Gaziantep e yardıma gider. Kilis 1927 yılında G.antep il olunca G.antep'e bağlı bir ilçe olmuştur.Ve 6 haziran 1995 tarihinde de il statüsüne kavuşmuştur.
Etiketler:
chat,
kanallar,
Kilis Resimleri,
Kilis Sohbet,
Kilis Tarihi,
muhabbet.,
odası,
sohbet,
Sohbet Etmek İstiyorum,
Sohbet odaları,
Ukala sohbet
Karabük Sohbet - Karabük resimleri - Karabük Tarihi
| 0 yorum
Ukala Sohbet, Karabük Sohbet, Karabük resimleri, Karabük Tarihi, Sohbet Etmek İstiyorum, Sohbet, Chat, Sohbet Odaları, Odası, Kanallar, Muhabbet.
Karabük Sohbet:
Karabük resimleri:
Karabük Tarihi:
Karabük deyince akla ilk gelen, Demir-Çelik Fabrikası ve Bahaddin Gazi’dir. Bilindiği gibi Karabük bir köy ve köy adı iken 3 Nisan 1937 tarihinde temelleri atılan Demir-Çelik Fabrikası ile her geçen gün büyüyen ve gelişen kent’in ve İl’in adı olmuştur. Cumhuriyet’in bir ürünü ve gerçekleşen bir hayali olan Karabük Demir-Çelik Fabrikası, o günden bugüne sanayinin, bölgenin ve memleketin can damarı olmuş ve olmaya devam etmektedir. Pek tabii olarak Karabük adı hem de Karabük köyü 1071 Malazgirt savaşı sonrası yöreye gelen Müslüman Türklerin bir ürünüdür. Karabük’ün tarihi söz konusu olduğunda genelde hep Demir-Çelik Fabrikasının kurulduğu 1937 yılından berisi akla gelmiştir. Bu tarihten önce bir köy olan Karabük’ün, bu günkü il coğrafi alanı kapsamında geçmişi ve tarihi eserleri hakkında etraflı bir çalışma olmamıştır. Bu konuda yapılan bazı çalışmalarda ise Safranbolu, Eskipazar, Ovacık ve Eflâni’deki tarihi yer ve eserlerden yola çıkılarak Karabük tarihini ele alan bir metot görülmektedir. Çevre il ve ilçelere nazaran Karabük merkez coğrafyasının tarih sahnesindeki yeri ihtiyatla karşılanabilir. Ancak Karabük merkeze bağlı köy ve yerleşimlerin yer aldığı coğrafyada bulunan tarihi eserler, höyük ve tümülüsüler, kaya mezarları, kale ve kutsal yapılar dikkate alındığında Karabük merkez yöresinin tarihinin eskiye dayandığını görmek mümkündür. ESKİ ÇAĞLARDA KARABÜK YÖRESİ Yazının icadı ve kullanımı ile başlayan devirlere, Tarihsel Çağlar, yazının bilinmediği devirlere de Tarih Öncesi Çağlardenildiği gibi, yazısız kültür devri de denilmektedir. İlkyazı Mısır’da ve Mezopotamya’da Sümerler tarafından milattan önce 3000 yılının başlarında kullanılmakta iken (5000 yıl önce) Anadolu’da ise önce 2000 yılının başlarında,1000 yıllık gecikme ile hayata geçmiştir. Eski milletlere ve medeniyetlere ait bilgilerin çoğu, yazılı tabletlere, kitabelere, arkeolojik bulgulara ve diğer verilere dayanmaktadır. Tarihçiler, tarih öncesi uygarlıkları Taş çağı, Bakır Çağı, Tunç Çağı ve Demir Çağı diye dört bölümde incelerler. M.Ö. 600.000 ile 5500 yılları arası tarihlenen Taş Çağı; Eski Taş Çağı, Orta Taş Çağı, Yeni Taş Çağı diye üç’e ayrılır. Anadolu’da, bu çağlara ait araştırma ve incelemelere bakıldığında, insanoğlu Eski Taş Çağında henüz üretime geçmemiş olup doğada buldukları ile geçinmekte iken Orta Taş ve Yeni Taş Çağında buğday yetiştirmesini, onu hasat etmesini ve öğütmesini biliyordu. Hatta oturdukları evlerin odalarında kerpiçten yapılmış sedirler bulunuyor, ayrıca yatmak için döşekler seriyorlardı.( M.Ö.6500–5500) KALKOLİTİK ÇAĞ. (MADEN-TAŞ ÇAĞI) M.Ö. 5500–3000 Taş Çağından sonraki çağ’a Kalkolitik Çağ denir. Bu çağda taş aletlerinin yanında maden aletleri de kullanılmaya başlanmıştır. Madenin kullanılmaya başlanmasıyla birlikte insanlık yeni imkânlar elde etmeye başlamış ve bu çağ içinde kentler oluşmaya başlamıştır. Kalkolitik Çağ’ın Anadolu’daki en önemli merkezi Burdur yakınındaki Hacılar yerleşmesidir. Kalay ile bakırın karışımı ile dayanıklı madenlerin elde edildiği çağ ise m.ö. 3000–2000 tarihlenen Tunç Çağı’dır. M.Ö. 2000 yılının başlarında, Asur tüccarları, kereste, bakır v.s. almak ve karşılığında kendi mallarını satmak amacıyla Anadolu’ya gelmişler hatta ticaret merkezi kurmuşlardı. Anadolu’da yazılı sürecin ilk evresi, Asurluların Asur çivi yazısı ile kil tabletlere yazdıkları muhasebe kayıtları ve iş mektuplarıdır.Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, Asurlu tüccarların Anadolu’ya yerleşmeleri ve yazıyı kullanmaları, M.Ö. 2000 yılının başlarına rastlamaktadır. Tarih öncesi çağlarda, Karabük yöresinde eski yerleşmenin hangi dönemde başladığını saptamak, geniş çaplı bir arkeolojik araştırma ile mümkün olacaktır. 1998 yılında, İngiliz Arkeolog Dr. Roger Matthews başkanlığında bir ekip “Paflagonya Projesi” adı altında, Çankırı ve Karabük illerini kapsayan 6 haftalık arkeolojik yüzey araştırması yapmışlardır. Bu araştırmanın Karabük bölümünde, Eskipazar ve Ovacık yerleşmeleri ele alınmış ancak, Karabük merkez yöresinde bir çalışma yapılmamıştır. Bölgenin coğrafi olarak çok karışık olmasından dolayı paleolitik ve neolitik dönemlerde insan yerleşmeleri için uygun olmadığı tezini ileri süren Dr. Roger Matthews’in raporuna göre; Eskipazar ve Ovacık yöresinde ve dolayısı ile Karabük ve çevresinde eski yerleşme Erken Tunç devrinde başlamaktadır. Bilimsel bir çalışma olan yüzey araştırmasına göre Karabük ve çevresinde eski yerleşme M.Ö. 3000 – 2000 yılları arasında tarihlenen Erken Tunç çağıdır.
Karabük Sohbet:
Karabük resimleri:
Karabük Tarihi:
Karabük deyince akla ilk gelen, Demir-Çelik Fabrikası ve Bahaddin Gazi’dir. Bilindiği gibi Karabük bir köy ve köy adı iken 3 Nisan 1937 tarihinde temelleri atılan Demir-Çelik Fabrikası ile her geçen gün büyüyen ve gelişen kent’in ve İl’in adı olmuştur. Cumhuriyet’in bir ürünü ve gerçekleşen bir hayali olan Karabük Demir-Çelik Fabrikası, o günden bugüne sanayinin, bölgenin ve memleketin can damarı olmuş ve olmaya devam etmektedir. Pek tabii olarak Karabük adı hem de Karabük köyü 1071 Malazgirt savaşı sonrası yöreye gelen Müslüman Türklerin bir ürünüdür. Karabük’ün tarihi söz konusu olduğunda genelde hep Demir-Çelik Fabrikasının kurulduğu 1937 yılından berisi akla gelmiştir. Bu tarihten önce bir köy olan Karabük’ün, bu günkü il coğrafi alanı kapsamında geçmişi ve tarihi eserleri hakkında etraflı bir çalışma olmamıştır. Bu konuda yapılan bazı çalışmalarda ise Safranbolu, Eskipazar, Ovacık ve Eflâni’deki tarihi yer ve eserlerden yola çıkılarak Karabük tarihini ele alan bir metot görülmektedir. Çevre il ve ilçelere nazaran Karabük merkez coğrafyasının tarih sahnesindeki yeri ihtiyatla karşılanabilir. Ancak Karabük merkeze bağlı köy ve yerleşimlerin yer aldığı coğrafyada bulunan tarihi eserler, höyük ve tümülüsüler, kaya mezarları, kale ve kutsal yapılar dikkate alındığında Karabük merkez yöresinin tarihinin eskiye dayandığını görmek mümkündür. ESKİ ÇAĞLARDA KARABÜK YÖRESİ Yazının icadı ve kullanımı ile başlayan devirlere, Tarihsel Çağlar, yazının bilinmediği devirlere de Tarih Öncesi Çağlardenildiği gibi, yazısız kültür devri de denilmektedir. İlkyazı Mısır’da ve Mezopotamya’da Sümerler tarafından milattan önce 3000 yılının başlarında kullanılmakta iken (5000 yıl önce) Anadolu’da ise önce 2000 yılının başlarında,1000 yıllık gecikme ile hayata geçmiştir. Eski milletlere ve medeniyetlere ait bilgilerin çoğu, yazılı tabletlere, kitabelere, arkeolojik bulgulara ve diğer verilere dayanmaktadır. Tarihçiler, tarih öncesi uygarlıkları Taş çağı, Bakır Çağı, Tunç Çağı ve Demir Çağı diye dört bölümde incelerler. M.Ö. 600.000 ile 5500 yılları arası tarihlenen Taş Çağı; Eski Taş Çağı, Orta Taş Çağı, Yeni Taş Çağı diye üç’e ayrılır. Anadolu’da, bu çağlara ait araştırma ve incelemelere bakıldığında, insanoğlu Eski Taş Çağında henüz üretime geçmemiş olup doğada buldukları ile geçinmekte iken Orta Taş ve Yeni Taş Çağında buğday yetiştirmesini, onu hasat etmesini ve öğütmesini biliyordu. Hatta oturdukları evlerin odalarında kerpiçten yapılmış sedirler bulunuyor, ayrıca yatmak için döşekler seriyorlardı.( M.Ö.6500–5500) KALKOLİTİK ÇAĞ. (MADEN-TAŞ ÇAĞI) M.Ö. 5500–3000 Taş Çağından sonraki çağ’a Kalkolitik Çağ denir. Bu çağda taş aletlerinin yanında maden aletleri de kullanılmaya başlanmıştır. Madenin kullanılmaya başlanmasıyla birlikte insanlık yeni imkânlar elde etmeye başlamış ve bu çağ içinde kentler oluşmaya başlamıştır. Kalkolitik Çağ’ın Anadolu’daki en önemli merkezi Burdur yakınındaki Hacılar yerleşmesidir. Kalay ile bakırın karışımı ile dayanıklı madenlerin elde edildiği çağ ise m.ö. 3000–2000 tarihlenen Tunç Çağı’dır. M.Ö. 2000 yılının başlarında, Asur tüccarları, kereste, bakır v.s. almak ve karşılığında kendi mallarını satmak amacıyla Anadolu’ya gelmişler hatta ticaret merkezi kurmuşlardı. Anadolu’da yazılı sürecin ilk evresi, Asurluların Asur çivi yazısı ile kil tabletlere yazdıkları muhasebe kayıtları ve iş mektuplarıdır.Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, Asurlu tüccarların Anadolu’ya yerleşmeleri ve yazıyı kullanmaları, M.Ö. 2000 yılının başlarına rastlamaktadır. Tarih öncesi çağlarda, Karabük yöresinde eski yerleşmenin hangi dönemde başladığını saptamak, geniş çaplı bir arkeolojik araştırma ile mümkün olacaktır. 1998 yılında, İngiliz Arkeolog Dr. Roger Matthews başkanlığında bir ekip “Paflagonya Projesi” adı altında, Çankırı ve Karabük illerini kapsayan 6 haftalık arkeolojik yüzey araştırması yapmışlardır. Bu araştırmanın Karabük bölümünde, Eskipazar ve Ovacık yerleşmeleri ele alınmış ancak, Karabük merkez yöresinde bir çalışma yapılmamıştır. Bölgenin coğrafi olarak çok karışık olmasından dolayı paleolitik ve neolitik dönemlerde insan yerleşmeleri için uygun olmadığı tezini ileri süren Dr. Roger Matthews’in raporuna göre; Eskipazar ve Ovacık yöresinde ve dolayısı ile Karabük ve çevresinde eski yerleşme Erken Tunç devrinde başlamaktadır. Bilimsel bir çalışma olan yüzey araştırmasına göre Karabük ve çevresinde eski yerleşme M.Ö. 3000 – 2000 yılları arasında tarihlenen Erken Tunç çağıdır.
Yalova Sohbet - Yalova Resimleri - Yalova Tarihi
| 0 yorum
Ukala Sohbet, Yalova Sohbet, Yalova Resimleri, Yalova Tarihi, Sohbet Etmek İstiyorum, Sohbet, Chat, Sohbet Odaları, Odası, Kanallar, Muhabbet.
Yalova Sohbet:
Yalova Resimleri:
Yalova Tarihi:
Yörede yerleşimin Neolitik Çağ’da (M.Ö. 8.000–5.500) başladığı tahmin edilmektedir. Yalova’nın kuruluşu ile ilgili kesin bilgiler olmamakla beraber, M.Ö. 7. yüzyılda Trakya’dan Küçük Asya’ya geçerek Marmara Denizi’nin doğusunda bir krallık kuran Bithynialılar (Bitinyalılar) tarafından bir yerleşim yeri olarak kurulduğu tahmin edilmektedir Yalova TarihiBithynialılar Marmara Denizi’nin doğu kıyılarına yerleştiklerinde, Yalova bölgesi de Bithynia Krallığı topraklarına katılmıştır. Bithynia bölgesi ve diğer Anadolu antik bölgelerini gösteren harita Şekil-1’de görülmektedir. Haritadan da görüleceği üzere, şimdiki Yalova, Bursa, Bilecik, Kocaeli, Sakarya, Düzce, Bolu, Zonguldak, Bartın, Karabük ve İstanbul’un asya yakası M.Ö. 6. yüzyılda Bithynia Krallığı toprakları arasında görülmektedir M.Ö. 377-327 yılları arasında, Büyük İskender’in Bithynia’ya atadığı komutanı Kalas’ı mağlub eden Bithynialılar, onları topraklarından atmışlardır. M.Ö. 230-182 yılları arasında hüküm süren 1. Prusias zamanında Kios (Gemlik) ve Myrlia (Mudanya) ve Yalova bölgesi Makedonya Kralı 5. Philip’e armağan olarak verilmiştir. Roma İmparatorluğu’ndan kaçan Kartaca Kralı Hannibal, Bithynia Kralı 1. Prusias’a sığınmıştır. Hannibal, 1. Prusias’a armağan olarak Prusa od Olympum (Bursa) kentini kurmuştur. M.Ö. 74´te Roma İmparatorluğu yönetimine giren Yalova ve yöresi, M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye ayrılınca Doğu Roma yani Bizans İmparatorluğu sınırları içinde kalmıştır. Bugünkü Yalova Kaplıcaları´nın tarih içinde önemli bir yeri bulunmaktadır. M.Ö. 1200 yıllarında bir yer sarsıntısı ile meydana geldiği tahmin edilen Termal İlçesi’ndeki Kurşunlu Hamamı´nın dış duvarlarında kuvvet tanrısı Herakles (Herkül), sağlık tanrısı Asklepios, sıcak su ve sağlık perileri olan Nemfler´in kabartmaları görülmektedir. Termal´in Bizans İmparatorluğu döneminde imparatorların dinlenme ve tedavi yeri olarak büyük üne sahip olduğu bilinmektedir. Bizans İmparatorluğu’ndan sonra Selçuklular´ın yönetimine giren Yalova bölgesi, Haçlı Seferleri sırasında yakılıp yıkılmıştır. Yalova, Evliya Çelebi´nin Seyahatnamesi’nde Kara Yalovaç, Katip Çelebi´de ise Yalakabad ve Yalıova adlarını almaktadır. O dönemlerde Yalova isminin verildiğini de görmekteyiz. Bu isimler 19. yüzyılda, yörede kırk gün kalıp tetkiklerde bulunan ünlü tarihçi Hammer tarafından da doğrulanmaktadır. Friglerden Bithynialılara, Selçuklulardan Bizanslılara kadar çeşitli milletlerin yaşamış olduğu Yalova bölgesi, 1326 yılında Osmanlı Devleti Komutanı Gazi Abdurrahman tarafından fethedilmiş ve ebedi Türk yurdu haline gelmiştir. Eski devlet salnameleri incelendiğinde, Yalova’nın 1530 yıllarında İzmit Vilayeti’ne (Liva) bağlı bir kasaba (Yalak-Abad) olduğu görülmektedir. Yalova, 1867 yılında Bursa Merkez Sancağı´na bağlı bir kaza iken, 1901´de bağımsız İzmit Sancağı´na bağlanmıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında Yunan askeri birliklerince işgal edilen Yalova, verdiği büyük mücadele ile 19 Temmuz 1921 tarihinde düşman işgalinden kurtulmuştur. 2 Haziran 1929’da Atatürk’ün isteği üzerine çıkarılan bir kanun gereğince, ilçe yapılarak İstanbul İli’ne bağlanmıştır. Kurtuluş Savaşı sonrasında 19 Ağustos 1929 tarihinde ilk defa Yalova´ya gelen Cumhuriyetimizin kurucusu büyük önder Atatürk, Termal´in yeniden inşaasını sağlamıştır. Atatürk, 22 Ocak 1938 tarihinde açılan Termal Oteli´nin ilk konuğu olmuş ve 9 gün süreyle Yalova´da kalmıştır. 1929 yılında yapılan Millet Çiftliği´nin yapılışı sırasında, ikinci kata gelindiğinde, batıda bulunan ağacın kesileceğini gören Atatürk, yapının temelini biraz doğuya alarak binayı kaydırmış ve ağacın kesilmesini engellemiştir. Bu nedenle köşk, Yürüyen Köşk olarak anılmaktadır. Atatürk´ün, “Kurtuluşa öncü” ve “Benim Kentim” olarak bahsettiği Yalova, adeta yazlık başkent haline gelmiş ve yine Atatürk´ün isteği üzerine 1930 yılında İstanbul´un ilçeleri arasına katılmış, 1995 yılında ise İstanbul İli’nden ayrılarak il yapılmıştır. Bursa’nın Gemlik İlçesi’ne bağlı Armutlu Beldesi ile Kocaeli’nin Karamürsel İlçesi’ne bağlı Altınova Beldesi ilçe yapılmak suretiyle il sınırları içerisine alınmıştır.
Yalova Sohbet:
Yalova Resimleri:
Yalova Tarihi:
Yörede yerleşimin Neolitik Çağ’da (M.Ö. 8.000–5.500) başladığı tahmin edilmektedir. Yalova’nın kuruluşu ile ilgili kesin bilgiler olmamakla beraber, M.Ö. 7. yüzyılda Trakya’dan Küçük Asya’ya geçerek Marmara Denizi’nin doğusunda bir krallık kuran Bithynialılar (Bitinyalılar) tarafından bir yerleşim yeri olarak kurulduğu tahmin edilmektedir Yalova TarihiBithynialılar Marmara Denizi’nin doğu kıyılarına yerleştiklerinde, Yalova bölgesi de Bithynia Krallığı topraklarına katılmıştır. Bithynia bölgesi ve diğer Anadolu antik bölgelerini gösteren harita Şekil-1’de görülmektedir. Haritadan da görüleceği üzere, şimdiki Yalova, Bursa, Bilecik, Kocaeli, Sakarya, Düzce, Bolu, Zonguldak, Bartın, Karabük ve İstanbul’un asya yakası M.Ö. 6. yüzyılda Bithynia Krallığı toprakları arasında görülmektedir M.Ö. 377-327 yılları arasında, Büyük İskender’in Bithynia’ya atadığı komutanı Kalas’ı mağlub eden Bithynialılar, onları topraklarından atmışlardır. M.Ö. 230-182 yılları arasında hüküm süren 1. Prusias zamanında Kios (Gemlik) ve Myrlia (Mudanya) ve Yalova bölgesi Makedonya Kralı 5. Philip’e armağan olarak verilmiştir. Roma İmparatorluğu’ndan kaçan Kartaca Kralı Hannibal, Bithynia Kralı 1. Prusias’a sığınmıştır. Hannibal, 1. Prusias’a armağan olarak Prusa od Olympum (Bursa) kentini kurmuştur. M.Ö. 74´te Roma İmparatorluğu yönetimine giren Yalova ve yöresi, M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye ayrılınca Doğu Roma yani Bizans İmparatorluğu sınırları içinde kalmıştır. Bugünkü Yalova Kaplıcaları´nın tarih içinde önemli bir yeri bulunmaktadır. M.Ö. 1200 yıllarında bir yer sarsıntısı ile meydana geldiği tahmin edilen Termal İlçesi’ndeki Kurşunlu Hamamı´nın dış duvarlarında kuvvet tanrısı Herakles (Herkül), sağlık tanrısı Asklepios, sıcak su ve sağlık perileri olan Nemfler´in kabartmaları görülmektedir. Termal´in Bizans İmparatorluğu döneminde imparatorların dinlenme ve tedavi yeri olarak büyük üne sahip olduğu bilinmektedir. Bizans İmparatorluğu’ndan sonra Selçuklular´ın yönetimine giren Yalova bölgesi, Haçlı Seferleri sırasında yakılıp yıkılmıştır. Yalova, Evliya Çelebi´nin Seyahatnamesi’nde Kara Yalovaç, Katip Çelebi´de ise Yalakabad ve Yalıova adlarını almaktadır. O dönemlerde Yalova isminin verildiğini de görmekteyiz. Bu isimler 19. yüzyılda, yörede kırk gün kalıp tetkiklerde bulunan ünlü tarihçi Hammer tarafından da doğrulanmaktadır. Friglerden Bithynialılara, Selçuklulardan Bizanslılara kadar çeşitli milletlerin yaşamış olduğu Yalova bölgesi, 1326 yılında Osmanlı Devleti Komutanı Gazi Abdurrahman tarafından fethedilmiş ve ebedi Türk yurdu haline gelmiştir. Eski devlet salnameleri incelendiğinde, Yalova’nın 1530 yıllarında İzmit Vilayeti’ne (Liva) bağlı bir kasaba (Yalak-Abad) olduğu görülmektedir. Yalova, 1867 yılında Bursa Merkez Sancağı´na bağlı bir kaza iken, 1901´de bağımsız İzmit Sancağı´na bağlanmıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında Yunan askeri birliklerince işgal edilen Yalova, verdiği büyük mücadele ile 19 Temmuz 1921 tarihinde düşman işgalinden kurtulmuştur. 2 Haziran 1929’da Atatürk’ün isteği üzerine çıkarılan bir kanun gereğince, ilçe yapılarak İstanbul İli’ne bağlanmıştır. Kurtuluş Savaşı sonrasında 19 Ağustos 1929 tarihinde ilk defa Yalova´ya gelen Cumhuriyetimizin kurucusu büyük önder Atatürk, Termal´in yeniden inşaasını sağlamıştır. Atatürk, 22 Ocak 1938 tarihinde açılan Termal Oteli´nin ilk konuğu olmuş ve 9 gün süreyle Yalova´da kalmıştır. 1929 yılında yapılan Millet Çiftliği´nin yapılışı sırasında, ikinci kata gelindiğinde, batıda bulunan ağacın kesileceğini gören Atatürk, yapının temelini biraz doğuya alarak binayı kaydırmış ve ağacın kesilmesini engellemiştir. Bu nedenle köşk, Yürüyen Köşk olarak anılmaktadır. Atatürk´ün, “Kurtuluşa öncü” ve “Benim Kentim” olarak bahsettiği Yalova, adeta yazlık başkent haline gelmiş ve yine Atatürk´ün isteği üzerine 1930 yılında İstanbul´un ilçeleri arasına katılmış, 1995 yılında ise İstanbul İli’nden ayrılarak il yapılmıştır. Bursa’nın Gemlik İlçesi’ne bağlı Armutlu Beldesi ile Kocaeli’nin Karamürsel İlçesi’ne bağlı Altınova Beldesi ilçe yapılmak suretiyle il sınırları içerisine alınmıştır.
Etiketler:
chat,
kanallar,
muhabbet.,
odası,
sohbet,
Sohbet Etmek İstiyorum,
Sohbet odaları,
Ukala sohbet,
Yalova Resimleri,
Yalova Sohbet,
Yalova Tarihi
Iğdır Sohbet - Iğdır Resimleri - Iğdır Tarihi
| 1 yorum
Hurchat, Iğdır Sohbet, Iğdır Resimleri, Sohbet Etmek İstiyorum, Sohbet, Chat, Sohbet Odaları, Odası, Kanallar, Muhabbet.
Iğdır Sohbet:
Iğdır Resimleri:
Iğdır Tarihi:
Iğdır çok eski târihe sâhiptir. İlk bilinen sâkinleri Hurrilerdir. Daha sonra Urartuların hâkimiyetine girdi. Bölge daha sonra Urartuların işgâline uğradı. Asurlular ve Babilliler bölgeye hâkim olmak istedi iseler de başarılı olamadılar. M.Ö. 7. asırda Perslerin istilâsına uğradı. M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender, Persleri yenerek burasını ele geçirdi. M.S. 2. asırda bölge Roma İmparatorluğunun hâkimiyetine girdi. M.S. 395’te Roma ikiye bölününce, bu bölge de bütün Anadolu gibi Bizans İmparatorluğunun payına düştü. Sultan Alparslan Iğdır’ı fethederek Türk topraklarına kattı. Daha sonra bir süre Gürcülerin elinde kalan Iğdır, 13. asırda Moğol istilâsına uğradı. Moğollardan sonra bölgeye Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Safevîler hâkim oldu. Kânûnî Sultan Süleyman devrinde düzenlenen İran Seferi sırasında fethedilerek Osmanlı topraklarına katıldı. Bölge 19. asra kadar birkaç defa İran saldırıları neticesinde el değiştirdi. 1878’de Rusların eline geçen Iğdır, 1918’e kadar 40 sene boyunca işgal altında kaldı. Ermeniler tarafından 1919’da işgal edilen Iğdır, 13 Kasım 1920’de kurtarıldı. Kars iline bağlı iken 27 Mayıs 1992’de yeni düzenlemeyle il oldu.
Iğdır Sohbet:
Iğdır Resimleri:
Iğdır Tarihi:
Iğdır çok eski târihe sâhiptir. İlk bilinen sâkinleri Hurrilerdir. Daha sonra Urartuların hâkimiyetine girdi. Bölge daha sonra Urartuların işgâline uğradı. Asurlular ve Babilliler bölgeye hâkim olmak istedi iseler de başarılı olamadılar. M.Ö. 7. asırda Perslerin istilâsına uğradı. M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender, Persleri yenerek burasını ele geçirdi. M.S. 2. asırda bölge Roma İmparatorluğunun hâkimiyetine girdi. M.S. 395’te Roma ikiye bölününce, bu bölge de bütün Anadolu gibi Bizans İmparatorluğunun payına düştü. Sultan Alparslan Iğdır’ı fethederek Türk topraklarına kattı. Daha sonra bir süre Gürcülerin elinde kalan Iğdır, 13. asırda Moğol istilâsına uğradı. Moğollardan sonra bölgeye Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Safevîler hâkim oldu. Kânûnî Sultan Süleyman devrinde düzenlenen İran Seferi sırasında fethedilerek Osmanlı topraklarına katıldı. Bölge 19. asra kadar birkaç defa İran saldırıları neticesinde el değiştirdi. 1878’de Rusların eline geçen Iğdır, 1918’e kadar 40 sene boyunca işgal altında kaldı. Ermeniler tarafından 1919’da işgal edilen Iğdır, 13 Kasım 1920’de kurtarıldı. Kars iline bağlı iken 27 Mayıs 1992’de yeni düzenlemeyle il oldu.
Etiketler:
chat,
Hurchat,
Iğdır Resimleri,
Iğdır Sohbet,
kanallar,
muhabbet.,
odası,
sohbet,
Sohbet Etmek İstiyorum,
Sohbet odaları
Ardahan Sohbet - Ardahan Resimleri - Ardahan Tarihi
| 0 yorum
Hurchat, Ardahan Sohbet, Sohbet Etmek İstiyorum, Sohbet, Chat, Sohbet Odaları, Odası, Kanallar, Muhabbet.
Ardahan Sohbet:
Ardahan Resimleri:
Ardahan Tarihi:
Ardahan ili 27 Mayıs 1992 yılında çıkartılan bir yasayla Türkiye Cumhuriyetinin 75. ili olarak kuruldu. Bu yasayla eskiden Kars iline bağlı olan Ardahan, Çıldır, Damal, Göle, Hanak, ve Posof ilçelerinin sınırları içinde , merkezi Ardahan kenti olmak üzere yeni bir il oluşturuldu. Doğu Anadolu bölgesinin kuzeydoğu köşesinde yer alan İlimiz, kuzey ve doğuda Gürcistan, güneydoğuda Ermenistan, güneyde Kars, güneybatı da Erzurum, batıda Artvin illeriyle çevrilidir. İl topraklarının büyük bir kısmı 2,000 metreden yüksektedir. Kuzey kesimini Yalnızçam dağları, güneybatı kesimini de Allahuekber dağları çevirir. Kuzeydoğu kesiminde Keldağ'ın (3,033 metre)ve doğu kesiminde Akbaba dağının (3,026 metre) yer aldığı Ardahan ilimizin en yüksek noktası güney kesimindeki Kısır dağı'nın 3,197 metreye eriştiği doruğudur. İlin orta kesiminde uzanan yüksek düzlüklere Ardahan yaylası denir. karlar eridikten sonra yemyeşil çayırlarla kaplanan bu yayla önemli hayvan otlatma alanıdır. Ardahan ilinden doğan akarsular Türkiye sınırları dışındaki Hazar Denizi'ne dökülür. Bu akarsulardan başlıcası Kura Irmağı'dır. Ardahan ilinde iki doğal göl vardır. Bunlardan Çıldır Gölü'nün kapladığı alan 120 km2'dir.daha kuzeydeki Aktaş Gölü'nün yüzölçümü ise 14 km2'dir. Hazapin Gölü adıylada anılan Aktaş Gölü'nün doğu yarısı Gürcistan sınırları içerisindedir. İlde çok sert bir karasal iklim etkili olur.Türkiye'de en çok yazın yağış alan dar bir alanda bulunan Ardahan iline yılda ortalama 500 mm kadar yağış düşer. İklim ve yükseklik nedeniyle ilin doğal bitki örtüsü bozkı (step) görünümündedir. Yalnızca Ardahan ve Göle yörelerinde dağların yüksek kesimlerinde soğuğa ve kuraklığa dayanıklı Sarıçam ormanları vardır. Yüksek kesimlerde yer alan çayırlar karsız mevsimler boyunca yeşil kalır. TARİHÇE Yapılan araştırmalara göre eski bir yerleşim alanı olan yöre İÖ 9. yüzyılda Urartu'ların egemenliği altındaydı. Daha sonra Medler ile Persler'in yönetimine giren yörede Gürcüler ile Ermeniler'in atası sayılan halklar yaşıyordu.İÖ 1. yüzyılda yönetici Dikran yöreyi de egemenlik alanına kattı. İS 1. yüzyıldan sonra Romalılar ile Partlar arasında el değiştiren yöre 3. yüzyılda Sasaniler'in eline geçti. 7. yüzyıldan sonra Bizanslılar'ın ve Araplar'ın egemenliğine giren yöreye 11. yüzyılda Türkmenler gelmeye başladı. daha sonra Gürcüler'in yönetimine giren bu topraklar 13. yüzyılda Moğolların saldırılarına mağruz kaldı ve 14. yüzyılda Timur'un eline geçti. Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Sasfeviler tarafından da yönetilen yöre 1534'te Osmanlı Devleti'ne bağlandı. Yüzyıllarca Çıldır Eyaleti sınırları içinde kalan yöre, birçok kez Ruslar'ın ve Safeviler'in saldırısına uğradı. Bir bölümüde Kars Eyaleti sınırları içinde kalan yöre 1828 ve 1855'te Ruslar tarafından işgal edildi. daha sonra Erzurum Vilayetinin Çıldır Sancağına bağlanan bu topraklar 1876'da gene Ruslar'ın işgaline uğradı.İşgal,1917 Ekim Devrimi'nden sonra Rus Ordularının çekilmesiyle son buldu. sancak olarak yönetilmeye başlanan Ardahan, çevresindeki Batum ve Kars sancaklarıyla birlikte Elviye-i Selase adıyla anılıyordu. Ruslar'ın çekilmesinden sora bu toprakların İngiliz desteğindeki Ermeniler tarafından işgal edilmesini önlemek amacıyla Sovyet tipi yerel yönetimler kuruldu. Ama Kars Milli İslam Şurası İngilizler, Ardahan Milli İslam Şurası da Gürcüler tarafından işgal edildi.1921'de işgalden kurtulan Ardaha, öbür sancakla birlikte Cumhuriyet'in ilanından hemen sonra il yapıldıysa da 1926'da ilçe yapılarak Kars iline bağlandı. EKONOMİ İlde en büyük geçim kaynağı hayvancılıktır. Yaygın olarak koyun ve sığır yetiştirilir. Bu hayvanlar yazın sulak çayırlarda otlatılmak için çayırlara çıkarılır. hayvanlar daha çok canlı olarak satılmaya yönelik yetiştirildiğinden hayvansal ürünler üretimi oldukça düşüktür. Yaylalarda hayvanlardan sağılan sütlerin işlenip değerlendirildiği mandıralara "zavod" denir. Bu küçük işletmelerde üretilen tereyağı, kaşarpeyniri, gravyer ve lorun önemli bölümü satılır. Ardahan yaylalarında kovanlarda üretilen çiçek balı ülkenin her yerinde aranır. Yörede yetiştirilen ürünler iklim koşulları nedeniyle sadece patates, arpa ve buğdaydır. İldeki başlıca sanayi kuruluşu bir et kombinasıdır. Yeraltı kaynakları açısından yoksul olan ildeki başlıca dinlenme alanı, Göle ilçesi yakınlarındaki Karıncadüzü orman içi dinlenme yeridir. İlin doğal varlıkları arasında yer alan Kafkas kara ormantavukları için Posof ilçesinde kurulmuş bir av koruma ve üretme alanı vardır. İL MERKEZİ: ARDAHAN Kura Irmağı kenarında kurulmuş olan Ardahan kenti ilin batı kesiminde yer alır.Irmak vadi tabanının genişleyip ova halini aldığı bir kesimde bulunan kentin çevresinde tarlalar vardır. Kura'nın kuzey kenarındaki ovaya egemen bir tepede yer alan Ardahan Kalesi'nin yapım tarihi bilinmemektedir. Bugünkü görünümüne Kanuni Sultan Süleyman dönemindeki onarımla kavuşan kalenin dört kapısı vardır. Kentin tarihsel çekirdeği ve eski bölümü kale çevresindedir. Kentin yeni bölümü ise ırmağın güney kenarındadır. Kafkasya'da bağımsızlığını yeni kazanan devletlerin kurulmasından sonra il merkezi yapılmasına karar verilen Ardahan kenti fazla gelimemiş ve çok fazla göç veren bir yerleşim merkezidir. Kars'ta bulunan demiryolunun Ardahan'a kadar getirilmemesi nedeniyle demiryolu ulaşımından yararlanamayan kent çevresindeki merkezlere karayolu ile bağlanır. Kentin 1990 yılı nüfusu 16,761'dir. DOĞAL GÜZELLİKLER, GEZİ VE MESİRE YERLERİ İlimiz coğrafi yapısı ve tarihi geçmişinden kaynaklanan kendine özgü doğal ve tarihi değerlere sahiptir. Ardahan Doğu Anadolu Bölgesine has doğal yapısı ve ikliminin yanında Doğu Karadeniz Bölgesi¬nin topografyasına, iklimine ve bitki örtüsüne geçiş yerleri ile farklı güzellikleri bir arada barındırmaktadır. Yüksek ovaları, zengin çiçek çeşitliliğine sahip yaylaları ve iki gölü ile Ardahan keşfedilmeyi bek¬leyen bir doğa cennetidir. İlin belli başlı doğal güzellikleri şunlardır: Atatürk silueti İlimizin en önemli doğal güzelliği Damal dağlarına yansıyan Atatürk siluetidir. Her yıl 15 Haziran-15 Temmuz tarihleri arasında Damal ilçemizin Yukarı Gündeş köyü, Karadağ yamaçlarında oluşan bu olay bir doğa harikasıdır. Bu tarihler arasında güneş batarken dağın yamacında bulunan dere yatağının bir tarafının gölgesi diğer tarafına yansımakta ve tamamen doğal olarak Ulu Önder Atatürk'ün siluetini oluşturmaktadır. Yalnızçam Yaylası İl Merkezine 15 km mesafede bulunan ve Yalnızçam Köyünün kuzeybatısında yer alan Yalnızçam Yaylası eşsiz bir tabiat zenginliğine sahiptir. Yalnızçam yaylası Bülbülan ve Botanik Yaylası İl Merkezine 15 km uzaklıkta Yalnızçam dağlarının üzerinde bulunan eşsiz güzelliklere sahip Bül¬bülan Yaylası ilimizin Doğu Karadeniz Bölgesine açılan penceresi konumundadır. Zengin bitki çeşi¬di ile ilkbahar aylarında eşsiz bir güzelliğe kavuşmaktadır. Birçok yerleşim yeri arasında (Ardahan, Artvin, Göle, Şavşat) bir kesişme noktası olan yayla, yaz aylarında bu yöre insanlarının bir araya gele¬rek ticaret yaptıkları bir pazar görünümündedir. Tamamlanmak üzere olan Ardahan-Yalnızçam-Ar-danuç karayolununu hizmete girmesi ile alternatif bir festival alanı olacaktır. Çıldır Gölüİl merkezinin 45 km doğusunda ve deniz seviyesinden 1.959 m yükseklikte bulunmaktadır. 123 km2 lik bir alana sahip olan bu tatlı su gölü Doğu Anadolu Bölgesinin Van Gölünden sonra en yük¬sek gölüdür. Çıldır Gölü; adası, kuşları ve balıkları ile ayrı bir güzelliğe sahiptir. Çevresinde bulunan tarihi eserler ve doğal güzellikleri ile önemli bir turizm potansiyeline sahiptir. Göl içerisinde 16 tür balık yaşamaktadır. Göl yüzeyinin kış aylarında buzla kaplanmasıyla birlikte insanların burada at kı¬zakları ile dolaşması ve buzları kırarak balık tutmaları ilginç görüntüler oluşturmaktadır. 2750 metre rakıma sahip olup etrafı dağlarla çevrilidir. Doğal güzelliklerinin yanında çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapması nedeniyle tarihi ve kültürel bakımdan da oldukça zengin bir bölgedir. Üzerinde bulunduğu Uğurludağ'ın Ardahan ve Göle'den de görülebilmesi bölgeye ayrı bir güzellik katmaktadır. Geniş ve taşsız bir arazi yapısına sahip olan yayla yaz ve kış turizmi açısından önemli bir potansiyele sahiptir. Valiliğimiz tarafından hazırlanan "Yalnızçam Uğurludağ Kış Sporları ve Yayla Turizm Merkezi" projesinin uygulamaya geçilmesi halinde Yalnızçam yaylası bölgenin önemli kayak merkezlerinden biri olmaya adaydır. Ardahan-Yalnızçam-Ardanuç yolu ulaşım imkanlarını kolaylaştırmıştır. Göle Okçuoğlu Yaylası Göle İlçemizde Köroğlu Dağının eteklerinde yer almaktadır. Okçuoğlu Yaylası Ekim-Mayıs ayları arasında bol yağış alması ve dağın tepesinin ağaçtan yoksun bulunması nedeniyle kayak pisti yapımına uygundur. Yaylada yaşayan çeşitli yabani hayvanlar buranın diğer bir doğal güzelliğidir. Bu özelliği nedeniyle av turizmi açısından da önemli bir potansiyele sahiptir. Akçakale Adası : Çıldır gölü içerisinde yer alan Akçakale adası 1. derecede sit alanıdır. Tarih boyunca bir çok uygarlığın yerleşime sahne olması nedeniyle üzerinde birçok tarihi kalıntı bulunmaktadır. İlkbahar ayının gelmesi ile birlikte çeşitli kuş türlerine de ev sahipliği yapan ada, bu kuşların yavrularının çıkması ile güzel görüntüler oluşturmaktadır. GENEL DURUM İlimizde okuma yazma oranı % 84’tür. 2002-2003 eğitim-öğretim yılında ilköğretimde okullaşma oranı % 100, ortaöğretimde % 98’dir. İlimiz genelinde toplam 222 ilköğretim kurumunda toplam 22.235 öğrenci eğitim görmekte olup bu kurumlarda 1.150 öğretmen görev yapmaktadır. İlimiz eğitiminin sağlıklı yürütülebilmesi için 244 branş ve 12 sınıf öğretmenine, 67 memur, teknisyen ve yardımcı hizmetler görevlisine ihtiyaç vardır. İlimizde iki Yatılı İlköğretim Bölge Okulu, 3 Pansiyonlu İlköğretim Okulu, 3 Lise pansiyonunda toplam 2.280 öğrenci yatılı olarak eğitim görmektedir. İl merkezinde özel öğrenci yurdunda (Vatan Öğrenci Yurdu) 50, Posof S.Y.D.V. Öğrenci Yurdunda 130 öğrenci kalmaktadır. İlköğretim ve ortaöğretimde yapımı devam eden projelerin gerçekleştirilmesi ile eğitim ve öğretim kalitesi daha da yükselecektir. Okullarımızda görev yapan öğretmenlere yönelik olarak hizmet veren öğretmen evleri ihtiyaca cevap verebilecek kapasitede olup bu konuda önemli bir sıkıntı yoktur. Ancak 81’i şehir merkezleri ve 300’ü köylerde olan öğretmen lojmanları sayı ve nitelik bakımından ihtiyaca yanıt verememektedir. İlimizde 35 adet okul öncesi eğitim kurumu mevcuttur. Bu kurumlarda görev yapan öğretmen sayısı 38, öğrenim gören öğrenci sayısı 505’tir. İlimizde 625 sayılı Yasa doğrultusunda açılmış 1 dershane 2 motorlu taşıt sürücüleri kursu olmak üzere 3 özel eğitim kurumu mevcuttur. 2002-2003 öğretim yılında dershanelere 123 kursiyer devam etmektedir. İl merkezinde, Göle ve Posof İlçelerinde Halk Kütüphaneleri bulunmakta olup Hanak ilçesinde kütüphane yapımı devam etmektedir. Damal ve Çıldır ilçelerinde kütüphane bulunmamaktadır. Ayrıca İl Halk Kütüphanesi Müdürlüğü hizmetinde 1 adet Gezici Kütüphane bulunmaktadır. İl Kültür Müdürlüğü bünyesinde Kitap Satış Mağazası faaliyet göstermektedir. İlimizde kültürel faaliyetlerin yürütülmesi için Kültür Sitesi bulunmamaktadır. Tarihi eserlerimizin sergileneceği bir müzenin bulunmaması da önemli bir eksikliktir. İlimizde 1 adet Kapalı Spor Salonu, 1 stadyum, 1350 metre hat boyu Kayak Teleski, 5 İlçe ve 2 beldede Semt sahası mevcuttur. Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü bünyesinde atletizm dalında 50, güreşte 40, boksta 30, masa tenisinde 25, kayakta 20, bilardoda 25 ve dağcılık sporlarında 15 olmak üzere toplam 205 sporcu faaliyet göstermektedir. Bugüne kadar ilimizde Taek-Wondo Türkiye Şampiyonası, Masa Tenisi Doğu Anadolu Şampiyonası, Basketbol Doğu Anadolu Şampiyonası başarıyla organize edilmiştir. Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü bünyesinde faaliyet gösteren Gençlik Merkezinde 400 kayıtlı üye vardır. Gençlere yönelik olarak halk oyunları kursları, bağlama kursları, müzik çalışmaları, satranç kursları düzenlenmektedir. Genç Değişim Projeleri ve Gençlik Kampları önemli diğer faaliyetlerdir. TARIM VE HAYVANCILIK Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş aşamasında bulunan ülkemizde tarım sektörü önemini korumaya devam etmektedir. Yakın zamana kadar tarım ürünleri bakımından kendi kendine yeterli olan ülkemiz, artık ne yazık ki tarım ürünleri ithal eder duruma gelmiştir. Nüfusumuzun yarıya yakını geçimini tarımdan sağlamaktadır. Yine de tarımın toplam istihdam içindeki payı %40'ın üzerindedir. Ardahan'da tarım, en önemli iki ekonomik faaliyetten biridir. Nüfusunun %70'i kırsal alanda yaşayan ilimizde, halkın en önemli geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır. İlimiz genelinde toplam 84.250 hektar tarım arazisi bulunmaktadır. Bu arazinin %2 si sulanabilir, %20'si nadas ve %78’i kuru arazidir. 2002 yılında Doğrudan Gelir Desteği ve Çiftçiyi Kayıt Altına Alma Projesi kapsamında 15.810 çiftçimize 514.698 dekar arazi için toplam 6.948.430.000 TL ödeme öngörülmüştür. İlimiz yazlık arpa ve buğday tarımı açısından büyük bir potansiyele sahiptir. İl genelinde yıllık ortalama olarak 44.000 ton buğday 73.000 ton arpa üretilmektedir. Tarım arazilerinde şekerpancarı, patates ve yem bitkileri üretimi için çiftçilerimize destek verilmekte olup, deneme amaçlı üretimlerin önümüzdeki yıllarda artış göstermesi beklenmektedir. İlimizde temel geçim kaynaklarından bir diğeri de hayvancılıktır. Geniş otlaklarıyla hayvancılık alanında uğraşanlara birçok doğal imkan sunan ilimiz bu sektörün gelişmesine çok müsaittir. Geleneksel usullerle yapılan hayvancılığın ıslah edilmesiyle gölgede önemli gelişmeler olacağı muhakkaktır. Koyun, sığır ve kaz bölgede en meşhur hayvancılık türleridir. Hayvancılıktan elde edilen ürünler hem ailelerin kendi günlük ihtiyaçlarında hem de bölgedeki süt ve et işleme tesislerinde değerlendirilerek bölge dışına da gönderilmektedir. İlimiz halkı için en önemli geçim kaynaklarından olan sütü değerlendirmek amacıyla 51 adet işletme mevcut olup bu işletmelerde yılda 3.600 ton kaşar, 300 ton tereyağı ve 60 ton beyaz peynir üretilmektedir. İlimizde 317.000 hektar civarında çayır ve mera alanı bulunmaktadır. Halkın çok önemli bir bölümünün geçim kaynağını oluşturan hayvancılığın geliştirilmesi meralarımızın ıslahıyla mümkündür. Bu yönde son yıllarda yapılan koruma çalışmaları neticesinde mera varlığımız nitelik yönünden yeterli hale getirilmiştir. KAŞAR PEYNİRİ Ardahan'da değişik kapasitelerdeki süt işletmelerinde imal edilerek yurdun dört bir yanına ihraç edilen kaşar peyniri ilimizin sembolü haline gelmiştir. İlimizde süt üretiminin önemli bir bölümü kaşar peyniri yapımında kullanılmakta ve yöre halkı için önemli bir gelir kaynağı olmaktadır. İlimizde üretilen kaşar peynirinin ortalama %80'i il dışına satılmaktadır. 2002 yılı içerisinde il genelinde toplam 3600 ton civarında kaşar peyniri üretilmiştir. Yüksek kaliteli protein, kalsiyum, riboflavin ve A vitamini yönünden son derece zengin olan Ardahan kaşar peyniri kalite, lezzet ve dayanıklılık olarak kendine has özellikler taşımaktadır. Ardahan kaşarına bu özellikleri sağlayan olgu, yapımında kullanılan süt ile ilgilidir. Ardahan kaşar peynirinin yapımında dışarıdan herhangi bir ham madde (süt tozu, krema, konsantre süt vs.) ilavesi yapılmamakta, tamamen kaynağından ve birinci elden alınmış taze sütler kullanılmaktadır. Bölge hayvancılığı tamamen doğal şartlarda yapıldığından sütün bileşimini birinci dereceden ilgilendiren yem materyalleri de tamamen doğal vejetasyondur. Hayvan beslenmesinde sanayi atıkları kullanılmamaktadır. Sütün bileşimini etkileyen antibiyotik türü ilaçların hayvanlarda kullanılmaması sütte kalıntı oluşturmasını engellemektedir. Bu nedenle Ardahan kaşar peyniri; yapımında kullanılan sütün tamamen doğal çayır ve mera otları ile beslenen ineklerden alınması, sadece inek sütünün kullanılması, yöreye has bitki florasının sağlamış olduğu mineral madde yüksekliği, A vitaminince zengin oluşu gibi temel nedenlerden dolayı kendine has koku, lezzet ve yapım tekniklerinden kaynaklanan dayanıklılığa sahiptir. Ardahan kaşar peynirinde kuru maddenin içermiş olduğu yağ oranı TSE'nin belirlemiş olduğu oranların üzerindedir. Ardahan kaşarı tam yağlı peynir olup, 100 gram kuru maddesinde normal standardı olan 45 gramdan daha fazla yağ içermektedir.
Ardahan Sohbet:
Ardahan Resimleri:
Ardahan Tarihi:
Ardahan ili 27 Mayıs 1992 yılında çıkartılan bir yasayla Türkiye Cumhuriyetinin 75. ili olarak kuruldu. Bu yasayla eskiden Kars iline bağlı olan Ardahan, Çıldır, Damal, Göle, Hanak, ve Posof ilçelerinin sınırları içinde , merkezi Ardahan kenti olmak üzere yeni bir il oluşturuldu. Doğu Anadolu bölgesinin kuzeydoğu köşesinde yer alan İlimiz, kuzey ve doğuda Gürcistan, güneydoğuda Ermenistan, güneyde Kars, güneybatı da Erzurum, batıda Artvin illeriyle çevrilidir. İl topraklarının büyük bir kısmı 2,000 metreden yüksektedir. Kuzey kesimini Yalnızçam dağları, güneybatı kesimini de Allahuekber dağları çevirir. Kuzeydoğu kesiminde Keldağ'ın (3,033 metre)ve doğu kesiminde Akbaba dağının (3,026 metre) yer aldığı Ardahan ilimizin en yüksek noktası güney kesimindeki Kısır dağı'nın 3,197 metreye eriştiği doruğudur. İlin orta kesiminde uzanan yüksek düzlüklere Ardahan yaylası denir. karlar eridikten sonra yemyeşil çayırlarla kaplanan bu yayla önemli hayvan otlatma alanıdır. Ardahan ilinden doğan akarsular Türkiye sınırları dışındaki Hazar Denizi'ne dökülür. Bu akarsulardan başlıcası Kura Irmağı'dır. Ardahan ilinde iki doğal göl vardır. Bunlardan Çıldır Gölü'nün kapladığı alan 120 km2'dir.daha kuzeydeki Aktaş Gölü'nün yüzölçümü ise 14 km2'dir. Hazapin Gölü adıylada anılan Aktaş Gölü'nün doğu yarısı Gürcistan sınırları içerisindedir. İlde çok sert bir karasal iklim etkili olur.Türkiye'de en çok yazın yağış alan dar bir alanda bulunan Ardahan iline yılda ortalama 500 mm kadar yağış düşer. İklim ve yükseklik nedeniyle ilin doğal bitki örtüsü bozkı (step) görünümündedir. Yalnızca Ardahan ve Göle yörelerinde dağların yüksek kesimlerinde soğuğa ve kuraklığa dayanıklı Sarıçam ormanları vardır. Yüksek kesimlerde yer alan çayırlar karsız mevsimler boyunca yeşil kalır. TARİHÇE Yapılan araştırmalara göre eski bir yerleşim alanı olan yöre İÖ 9. yüzyılda Urartu'ların egemenliği altındaydı. Daha sonra Medler ile Persler'in yönetimine giren yörede Gürcüler ile Ermeniler'in atası sayılan halklar yaşıyordu.İÖ 1. yüzyılda yönetici Dikran yöreyi de egemenlik alanına kattı. İS 1. yüzyıldan sonra Romalılar ile Partlar arasında el değiştiren yöre 3. yüzyılda Sasaniler'in eline geçti. 7. yüzyıldan sonra Bizanslılar'ın ve Araplar'ın egemenliğine giren yöreye 11. yüzyılda Türkmenler gelmeye başladı. daha sonra Gürcüler'in yönetimine giren bu topraklar 13. yüzyılda Moğolların saldırılarına mağruz kaldı ve 14. yüzyılda Timur'un eline geçti. Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Sasfeviler tarafından da yönetilen yöre 1534'te Osmanlı Devleti'ne bağlandı. Yüzyıllarca Çıldır Eyaleti sınırları içinde kalan yöre, birçok kez Ruslar'ın ve Safeviler'in saldırısına uğradı. Bir bölümüde Kars Eyaleti sınırları içinde kalan yöre 1828 ve 1855'te Ruslar tarafından işgal edildi. daha sonra Erzurum Vilayetinin Çıldır Sancağına bağlanan bu topraklar 1876'da gene Ruslar'ın işgaline uğradı.İşgal,1917 Ekim Devrimi'nden sonra Rus Ordularının çekilmesiyle son buldu. sancak olarak yönetilmeye başlanan Ardahan, çevresindeki Batum ve Kars sancaklarıyla birlikte Elviye-i Selase adıyla anılıyordu. Ruslar'ın çekilmesinden sora bu toprakların İngiliz desteğindeki Ermeniler tarafından işgal edilmesini önlemek amacıyla Sovyet tipi yerel yönetimler kuruldu. Ama Kars Milli İslam Şurası İngilizler, Ardahan Milli İslam Şurası da Gürcüler tarafından işgal edildi.1921'de işgalden kurtulan Ardaha, öbür sancakla birlikte Cumhuriyet'in ilanından hemen sonra il yapıldıysa da 1926'da ilçe yapılarak Kars iline bağlandı. EKONOMİ İlde en büyük geçim kaynağı hayvancılıktır. Yaygın olarak koyun ve sığır yetiştirilir. Bu hayvanlar yazın sulak çayırlarda otlatılmak için çayırlara çıkarılır. hayvanlar daha çok canlı olarak satılmaya yönelik yetiştirildiğinden hayvansal ürünler üretimi oldukça düşüktür. Yaylalarda hayvanlardan sağılan sütlerin işlenip değerlendirildiği mandıralara "zavod" denir. Bu küçük işletmelerde üretilen tereyağı, kaşarpeyniri, gravyer ve lorun önemli bölümü satılır. Ardahan yaylalarında kovanlarda üretilen çiçek balı ülkenin her yerinde aranır. Yörede yetiştirilen ürünler iklim koşulları nedeniyle sadece patates, arpa ve buğdaydır. İldeki başlıca sanayi kuruluşu bir et kombinasıdır. Yeraltı kaynakları açısından yoksul olan ildeki başlıca dinlenme alanı, Göle ilçesi yakınlarındaki Karıncadüzü orman içi dinlenme yeridir. İlin doğal varlıkları arasında yer alan Kafkas kara ormantavukları için Posof ilçesinde kurulmuş bir av koruma ve üretme alanı vardır. İL MERKEZİ: ARDAHAN Kura Irmağı kenarında kurulmuş olan Ardahan kenti ilin batı kesiminde yer alır.Irmak vadi tabanının genişleyip ova halini aldığı bir kesimde bulunan kentin çevresinde tarlalar vardır. Kura'nın kuzey kenarındaki ovaya egemen bir tepede yer alan Ardahan Kalesi'nin yapım tarihi bilinmemektedir. Bugünkü görünümüne Kanuni Sultan Süleyman dönemindeki onarımla kavuşan kalenin dört kapısı vardır. Kentin tarihsel çekirdeği ve eski bölümü kale çevresindedir. Kentin yeni bölümü ise ırmağın güney kenarındadır. Kafkasya'da bağımsızlığını yeni kazanan devletlerin kurulmasından sonra il merkezi yapılmasına karar verilen Ardahan kenti fazla gelimemiş ve çok fazla göç veren bir yerleşim merkezidir. Kars'ta bulunan demiryolunun Ardahan'a kadar getirilmemesi nedeniyle demiryolu ulaşımından yararlanamayan kent çevresindeki merkezlere karayolu ile bağlanır. Kentin 1990 yılı nüfusu 16,761'dir. DOĞAL GÜZELLİKLER, GEZİ VE MESİRE YERLERİ İlimiz coğrafi yapısı ve tarihi geçmişinden kaynaklanan kendine özgü doğal ve tarihi değerlere sahiptir. Ardahan Doğu Anadolu Bölgesine has doğal yapısı ve ikliminin yanında Doğu Karadeniz Bölgesi¬nin topografyasına, iklimine ve bitki örtüsüne geçiş yerleri ile farklı güzellikleri bir arada barındırmaktadır. Yüksek ovaları, zengin çiçek çeşitliliğine sahip yaylaları ve iki gölü ile Ardahan keşfedilmeyi bek¬leyen bir doğa cennetidir. İlin belli başlı doğal güzellikleri şunlardır: Atatürk silueti İlimizin en önemli doğal güzelliği Damal dağlarına yansıyan Atatürk siluetidir. Her yıl 15 Haziran-15 Temmuz tarihleri arasında Damal ilçemizin Yukarı Gündeş köyü, Karadağ yamaçlarında oluşan bu olay bir doğa harikasıdır. Bu tarihler arasında güneş batarken dağın yamacında bulunan dere yatağının bir tarafının gölgesi diğer tarafına yansımakta ve tamamen doğal olarak Ulu Önder Atatürk'ün siluetini oluşturmaktadır. Yalnızçam Yaylası İl Merkezine 15 km mesafede bulunan ve Yalnızçam Köyünün kuzeybatısında yer alan Yalnızçam Yaylası eşsiz bir tabiat zenginliğine sahiptir. Yalnızçam yaylası Bülbülan ve Botanik Yaylası İl Merkezine 15 km uzaklıkta Yalnızçam dağlarının üzerinde bulunan eşsiz güzelliklere sahip Bül¬bülan Yaylası ilimizin Doğu Karadeniz Bölgesine açılan penceresi konumundadır. Zengin bitki çeşi¬di ile ilkbahar aylarında eşsiz bir güzelliğe kavuşmaktadır. Birçok yerleşim yeri arasında (Ardahan, Artvin, Göle, Şavşat) bir kesişme noktası olan yayla, yaz aylarında bu yöre insanlarının bir araya gele¬rek ticaret yaptıkları bir pazar görünümündedir. Tamamlanmak üzere olan Ardahan-Yalnızçam-Ar-danuç karayolununu hizmete girmesi ile alternatif bir festival alanı olacaktır. Çıldır Gölüİl merkezinin 45 km doğusunda ve deniz seviyesinden 1.959 m yükseklikte bulunmaktadır. 123 km2 lik bir alana sahip olan bu tatlı su gölü Doğu Anadolu Bölgesinin Van Gölünden sonra en yük¬sek gölüdür. Çıldır Gölü; adası, kuşları ve balıkları ile ayrı bir güzelliğe sahiptir. Çevresinde bulunan tarihi eserler ve doğal güzellikleri ile önemli bir turizm potansiyeline sahiptir. Göl içerisinde 16 tür balık yaşamaktadır. Göl yüzeyinin kış aylarında buzla kaplanmasıyla birlikte insanların burada at kı¬zakları ile dolaşması ve buzları kırarak balık tutmaları ilginç görüntüler oluşturmaktadır. 2750 metre rakıma sahip olup etrafı dağlarla çevrilidir. Doğal güzelliklerinin yanında çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapması nedeniyle tarihi ve kültürel bakımdan da oldukça zengin bir bölgedir. Üzerinde bulunduğu Uğurludağ'ın Ardahan ve Göle'den de görülebilmesi bölgeye ayrı bir güzellik katmaktadır. Geniş ve taşsız bir arazi yapısına sahip olan yayla yaz ve kış turizmi açısından önemli bir potansiyele sahiptir. Valiliğimiz tarafından hazırlanan "Yalnızçam Uğurludağ Kış Sporları ve Yayla Turizm Merkezi" projesinin uygulamaya geçilmesi halinde Yalnızçam yaylası bölgenin önemli kayak merkezlerinden biri olmaya adaydır. Ardahan-Yalnızçam-Ardanuç yolu ulaşım imkanlarını kolaylaştırmıştır. Göle Okçuoğlu Yaylası Göle İlçemizde Köroğlu Dağının eteklerinde yer almaktadır. Okçuoğlu Yaylası Ekim-Mayıs ayları arasında bol yağış alması ve dağın tepesinin ağaçtan yoksun bulunması nedeniyle kayak pisti yapımına uygundur. Yaylada yaşayan çeşitli yabani hayvanlar buranın diğer bir doğal güzelliğidir. Bu özelliği nedeniyle av turizmi açısından da önemli bir potansiyele sahiptir. Akçakale Adası : Çıldır gölü içerisinde yer alan Akçakale adası 1. derecede sit alanıdır. Tarih boyunca bir çok uygarlığın yerleşime sahne olması nedeniyle üzerinde birçok tarihi kalıntı bulunmaktadır. İlkbahar ayının gelmesi ile birlikte çeşitli kuş türlerine de ev sahipliği yapan ada, bu kuşların yavrularının çıkması ile güzel görüntüler oluşturmaktadır. GENEL DURUM İlimizde okuma yazma oranı % 84’tür. 2002-2003 eğitim-öğretim yılında ilköğretimde okullaşma oranı % 100, ortaöğretimde % 98’dir. İlimiz genelinde toplam 222 ilköğretim kurumunda toplam 22.235 öğrenci eğitim görmekte olup bu kurumlarda 1.150 öğretmen görev yapmaktadır. İlimiz eğitiminin sağlıklı yürütülebilmesi için 244 branş ve 12 sınıf öğretmenine, 67 memur, teknisyen ve yardımcı hizmetler görevlisine ihtiyaç vardır. İlimizde iki Yatılı İlköğretim Bölge Okulu, 3 Pansiyonlu İlköğretim Okulu, 3 Lise pansiyonunda toplam 2.280 öğrenci yatılı olarak eğitim görmektedir. İl merkezinde özel öğrenci yurdunda (Vatan Öğrenci Yurdu) 50, Posof S.Y.D.V. Öğrenci Yurdunda 130 öğrenci kalmaktadır. İlköğretim ve ortaöğretimde yapımı devam eden projelerin gerçekleştirilmesi ile eğitim ve öğretim kalitesi daha da yükselecektir. Okullarımızda görev yapan öğretmenlere yönelik olarak hizmet veren öğretmen evleri ihtiyaca cevap verebilecek kapasitede olup bu konuda önemli bir sıkıntı yoktur. Ancak 81’i şehir merkezleri ve 300’ü köylerde olan öğretmen lojmanları sayı ve nitelik bakımından ihtiyaca yanıt verememektedir. İlimizde 35 adet okul öncesi eğitim kurumu mevcuttur. Bu kurumlarda görev yapan öğretmen sayısı 38, öğrenim gören öğrenci sayısı 505’tir. İlimizde 625 sayılı Yasa doğrultusunda açılmış 1 dershane 2 motorlu taşıt sürücüleri kursu olmak üzere 3 özel eğitim kurumu mevcuttur. 2002-2003 öğretim yılında dershanelere 123 kursiyer devam etmektedir. İl merkezinde, Göle ve Posof İlçelerinde Halk Kütüphaneleri bulunmakta olup Hanak ilçesinde kütüphane yapımı devam etmektedir. Damal ve Çıldır ilçelerinde kütüphane bulunmamaktadır. Ayrıca İl Halk Kütüphanesi Müdürlüğü hizmetinde 1 adet Gezici Kütüphane bulunmaktadır. İl Kültür Müdürlüğü bünyesinde Kitap Satış Mağazası faaliyet göstermektedir. İlimizde kültürel faaliyetlerin yürütülmesi için Kültür Sitesi bulunmamaktadır. Tarihi eserlerimizin sergileneceği bir müzenin bulunmaması da önemli bir eksikliktir. İlimizde 1 adet Kapalı Spor Salonu, 1 stadyum, 1350 metre hat boyu Kayak Teleski, 5 İlçe ve 2 beldede Semt sahası mevcuttur. Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü bünyesinde atletizm dalında 50, güreşte 40, boksta 30, masa tenisinde 25, kayakta 20, bilardoda 25 ve dağcılık sporlarında 15 olmak üzere toplam 205 sporcu faaliyet göstermektedir. Bugüne kadar ilimizde Taek-Wondo Türkiye Şampiyonası, Masa Tenisi Doğu Anadolu Şampiyonası, Basketbol Doğu Anadolu Şampiyonası başarıyla organize edilmiştir. Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü bünyesinde faaliyet gösteren Gençlik Merkezinde 400 kayıtlı üye vardır. Gençlere yönelik olarak halk oyunları kursları, bağlama kursları, müzik çalışmaları, satranç kursları düzenlenmektedir. Genç Değişim Projeleri ve Gençlik Kampları önemli diğer faaliyetlerdir. TARIM VE HAYVANCILIK Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş aşamasında bulunan ülkemizde tarım sektörü önemini korumaya devam etmektedir. Yakın zamana kadar tarım ürünleri bakımından kendi kendine yeterli olan ülkemiz, artık ne yazık ki tarım ürünleri ithal eder duruma gelmiştir. Nüfusumuzun yarıya yakını geçimini tarımdan sağlamaktadır. Yine de tarımın toplam istihdam içindeki payı %40'ın üzerindedir. Ardahan'da tarım, en önemli iki ekonomik faaliyetten biridir. Nüfusunun %70'i kırsal alanda yaşayan ilimizde, halkın en önemli geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır. İlimiz genelinde toplam 84.250 hektar tarım arazisi bulunmaktadır. Bu arazinin %2 si sulanabilir, %20'si nadas ve %78’i kuru arazidir. 2002 yılında Doğrudan Gelir Desteği ve Çiftçiyi Kayıt Altına Alma Projesi kapsamında 15.810 çiftçimize 514.698 dekar arazi için toplam 6.948.430.000 TL ödeme öngörülmüştür. İlimiz yazlık arpa ve buğday tarımı açısından büyük bir potansiyele sahiptir. İl genelinde yıllık ortalama olarak 44.000 ton buğday 73.000 ton arpa üretilmektedir. Tarım arazilerinde şekerpancarı, patates ve yem bitkileri üretimi için çiftçilerimize destek verilmekte olup, deneme amaçlı üretimlerin önümüzdeki yıllarda artış göstermesi beklenmektedir. İlimizde temel geçim kaynaklarından bir diğeri de hayvancılıktır. Geniş otlaklarıyla hayvancılık alanında uğraşanlara birçok doğal imkan sunan ilimiz bu sektörün gelişmesine çok müsaittir. Geleneksel usullerle yapılan hayvancılığın ıslah edilmesiyle gölgede önemli gelişmeler olacağı muhakkaktır. Koyun, sığır ve kaz bölgede en meşhur hayvancılık türleridir. Hayvancılıktan elde edilen ürünler hem ailelerin kendi günlük ihtiyaçlarında hem de bölgedeki süt ve et işleme tesislerinde değerlendirilerek bölge dışına da gönderilmektedir. İlimiz halkı için en önemli geçim kaynaklarından olan sütü değerlendirmek amacıyla 51 adet işletme mevcut olup bu işletmelerde yılda 3.600 ton kaşar, 300 ton tereyağı ve 60 ton beyaz peynir üretilmektedir. İlimizde 317.000 hektar civarında çayır ve mera alanı bulunmaktadır. Halkın çok önemli bir bölümünün geçim kaynağını oluşturan hayvancılığın geliştirilmesi meralarımızın ıslahıyla mümkündür. Bu yönde son yıllarda yapılan koruma çalışmaları neticesinde mera varlığımız nitelik yönünden yeterli hale getirilmiştir. KAŞAR PEYNİRİ Ardahan'da değişik kapasitelerdeki süt işletmelerinde imal edilerek yurdun dört bir yanına ihraç edilen kaşar peyniri ilimizin sembolü haline gelmiştir. İlimizde süt üretiminin önemli bir bölümü kaşar peyniri yapımında kullanılmakta ve yöre halkı için önemli bir gelir kaynağı olmaktadır. İlimizde üretilen kaşar peynirinin ortalama %80'i il dışına satılmaktadır. 2002 yılı içerisinde il genelinde toplam 3600 ton civarında kaşar peyniri üretilmiştir. Yüksek kaliteli protein, kalsiyum, riboflavin ve A vitamini yönünden son derece zengin olan Ardahan kaşar peyniri kalite, lezzet ve dayanıklılık olarak kendine has özellikler taşımaktadır. Ardahan kaşarına bu özellikleri sağlayan olgu, yapımında kullanılan süt ile ilgilidir. Ardahan kaşar peynirinin yapımında dışarıdan herhangi bir ham madde (süt tozu, krema, konsantre süt vs.) ilavesi yapılmamakta, tamamen kaynağından ve birinci elden alınmış taze sütler kullanılmaktadır. Bölge hayvancılığı tamamen doğal şartlarda yapıldığından sütün bileşimini birinci dereceden ilgilendiren yem materyalleri de tamamen doğal vejetasyondur. Hayvan beslenmesinde sanayi atıkları kullanılmamaktadır. Sütün bileşimini etkileyen antibiyotik türü ilaçların hayvanlarda kullanılmaması sütte kalıntı oluşturmasını engellemektedir. Bu nedenle Ardahan kaşar peyniri; yapımında kullanılan sütün tamamen doğal çayır ve mera otları ile beslenen ineklerden alınması, sadece inek sütünün kullanılması, yöreye has bitki florasının sağlamış olduğu mineral madde yüksekliği, A vitaminince zengin oluşu gibi temel nedenlerden dolayı kendine has koku, lezzet ve yapım tekniklerinden kaynaklanan dayanıklılığa sahiptir. Ardahan kaşar peynirinde kuru maddenin içermiş olduğu yağ oranı TSE'nin belirlemiş olduğu oranların üzerindedir. Ardahan kaşarı tam yağlı peynir olup, 100 gram kuru maddesinde normal standardı olan 45 gramdan daha fazla yağ içermektedir.
Etiketler:
Ardahan Sohbet,
chat,
Hurchat,
kanallar,
muhabbet.,
odası,
sohbet,
Sohbet Etmek İstiyorum,
Sohbet odaları
Bartın Sohbet - Bartın Resimleri - Bartın Tarihi
| 0 yorum
Hurchat, Bartın Sohbet, Bartın Resimleri, Bartın Tarihi,Sohbet Etmek İstiyorum, Sohbet, Chat, Sohbet Odaları, Odası, Kanallar, Muhabbet.
Bartın Sohbet:
Bartın Resimleri:
Bartın Tarihi:
Bartın Adının Kaynağı “PARTHENİA”dan Bartın’a dönüşen adın kaynağı “PARTHENİOS”tur. Bartın Irmağı’nın antik çağdaki adı olan Parthenios; Yunan mitolojisinde,Tanrıların Babası OKENAUS’un çocukları olan yüzlerce tanrıdan birisi ve “Sular Tanrısı”dır. “Sular İlahı veya Muhteşem Akan Su” anlamlarına gelir. Antik çağda Parthenios adı verilen Bartın Irmağı’nın kenarında kurulan Bartın Kentinin PARTHENİA adıyla anıldığı ve bu ismin zamanla Bartın’a dönüştüğü yazılı kaynaklardan anlaşılmaktadır. Eski Çağlarda Bartın Bartın’ın ilk sahiplerinin, M.Ö. 14.yy.da Gaskalar ve M.Ö. 13.yy’da Hititler olduğu kabul edilmekte, daha sonra Bolu Havalisine yerleşen Bitinyalılar ile Kastamonu Havalisinde hüküm süren Paflagonyalıların, sınırlarını Parthenios’a kadar Genişlettikleri böylece Bartın topraklarının bu iki egemenliğin sınırları içinde yer aldığı bilinmektedir. M.Ö.12.yy. sonlarında Bithynie Bölgesindeki Bartın Friglerin, Paplagonie Bölgesindeki Amasra Fenikelilerin eline geçmiş, Fenikeliler; Amasra (Sesamos), Ereğli (Heraklia), Sinop (Sinope) ve Tekkeönü’nde (Kromna) ilk Sayda Kolonilerini oluşturmuşlardır. M.Ö. 9.yy.da Akdeniz’deki güç dengelerinin bozulmasıyla Fenikeliler ve ortakları Karyalılar Amasra ve Kromna’yı terkettiler. Bartın ve çevresi, M.Ö. 7.yy. sonlarında Kimmerlerin, M.Ö. 6. yy.da Lidyalıların, M.Ö.547 yılında da Perslerin hakimiyetine girdi. 216 yıllık Pers döneminde Karadeniz Kolonileri Perslon dostluğu sayesinde uzun süre bu statülerini korudular. M.Ö. 334 yılında, Makedonya Kralı İskender, Perslerin hakimiyetine son vererek bölgenin sahibi oldu. Bartın ve Ulus’un yönetimini “General Eumenes”, Amasra ve Tekkeönü’nün yönetimini de Fridya Satrabına bıraktı. Ancak, Amasra yönetimi M.Ö. 302-286 yılları arasında el değiştirerek Kraliçe Amastris tarafından yönetilmeye başlandı. M.Ö. 12. yy’dan beri Sesamos adıyla anılan kent 16 yıllık Kraliçe Amastris Döneminden sonra kraliçenin adını aldı. Bu dönemde; Kromna (Tekkeönü), Tios (Filyos-Hisarönü) ve Kyteros (Gideros) sitelerinden oluşan Symoikismos Siteler Birliğine Başkent oldu. M.Ö.286 yılında Kraliçe Amastris, oğulları tarafından bindiği gemi batırılmak suretiyle öldürülünce kent yeniden Eumenes’ce yönetilmeye başlandı. Amasra ve Bartın çevresi yöredeki savaşlar sonrasında M.Ö.279 yılında Pontus Krallığının egemenliğine girdi. Bizans Döneminde Bartın ve Amasra M.Ö. 70 yılında Anadolu’ya giren Romalılar Pontus Krallığının Egemenliğine son vererek yöreye sahip oldular. Roma döneminde Bitinya ve Pontusun Paflagonyadaki bölümü Bitinya-Pontus eyaleti olarak Satraplıkla yönetilmeye başladı. Amasra bu eyaletin Pontus bölümü başkenti oldu. M.S. 395 yılına kadar Roma İmparatorluğu’nun, Roma-Bizans bölünmesi üzerine de Bizans’ın payına düşen Bartın ve çevresi uzun yıllar Bizans’ın hakimiyetinde kaldı. Ortaçağda Bartın ve Amasra Bartın ve çevresi M.Ö. 390 yıllarında Hazar hükümdarı Sahip Han komutasındaki Peçenek ve Kumanların, M.S. 798 yıllarında Abdülmelik komutasındaki Müslüman Arapların, 800 yıllarında Selçukluların ve 865 yıllarında da Rusların yoğun akınlarına hedef oldu. Türklerin yöreye ilgisi 1084 yıllarında başladı. Kutalmışoğlu Süleyman Bey’in Komutanlarından Emir Karatigin 1084 yılında Sinop, Çankırı, Kastamonu ve Zonguldak’ı alarak yörede Bartın, Ulus, Eflani, Safranbolu ve Devrek’i de kapsayan bir Türk Emirliği kurdu. Ancak, 1086 yılında Süleyman Bey’in ölümü ve 1096 yılında başlayan 1. Haçlı Seferleri, Kuzeybatı Anadolu’ya yerleşen Türkler açısından ciddi sıkıntılar yarattı. Haçlı müttefiklerle Bizans arasında yapılan anlaşma sonrasında başta Amasra, Sinop ve Ereğli olmak üzere İstanbul’dan Samsun’a kadar tüm Karadeniz sahili yeniden Bizans’ın hakimiyetine girdi. Bartın ve çevresi ise Bizans’tan sonra 11. yy. sonlarında Anadolu Selçuklularının eline geçti. 200 yıllık Selçuklu döneminden sonra 1326’da Kastamonu yöresine hakim olan Candaroğulları Beyliği ve 1392’den itibaren de Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yer aldı. Osmanlı Döneminde Bartın 1402 yılında yapılan Ankara Savaşı sonunda bir ara İsfendiyaroğlu Beyliği’nin eline geçen kent 1461 yılında tekrar Osmanlı Devleti egemenliğine girmiştir. 1460 yılına gelindiğinde, Bartın ve Çevresi; Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde, Amasra ise Ceneviz Kolonisi idi. Anadolu’da Türk birliğini sağlamak Cenevizlilerin elinde bulunan Karadeniz ticaretini ve denizyolunu ülkesine kazandırmak amacıyla Kuzey Anadolu Seferine hazırlanan Fatih Sultan Mehmet Han, ilk hedef olarak Amasra, Kastamonu ve Sinop’u seçti. 1460 yılında, Fatih Sultan Mehmet Üsküdar’dan avlanmak bahanesiyle yola çıkarken, Mehmet Paşa Komutasındaki Osmanlı Donanması da denizden hareket etti. Fatih, Bolu’ya geldiğinde Kastamonu ve Sinop yörelerine hakim olan ve Candaroğulları Beyliği’nin devamı sayılan İsfendiyaroğulları’nın Beyi İsmail Bey, padişaha kıymetli eşyalar göndererek bağlılığını bildirdi. Yoluna devam eden Fatih, Ekim ayında Bartın’a gelip ordugahını bugünkü Orduyeri’ne kurdu. Donanmayla haberleşme sağlayan haberciler, Donanmanın Amasra açıklarında göründüğünü bildirdiklerinde, Amasra üzerine yürüyen Fatih, Ceneviz Senyoru’ndan kan dökülmeden Amasra’yı teslim aldı. Bartın, Osmanlı döneminin 1460-1692 yılları arasında Anadolu Beylerbeyliği’ne bağlı Bolu Sancağı sınırları içinde yer aldı. Bolu Sancağının kaldırılmasıyla 1692-1811 yılları arasında Voyvodalıkla yönetilen Bartın, 1811 yılında da Kastamonu Vilayetine bağlı olarak yeniden kurulan Bolu Sancağına bağlandı. Bu dönemde ticari potansiyeliyle bölgenin Pazar yeri olan ve Oniki Divan adını alan Bartın, 1867 yılında ilçe oldu. 1876 yılında da Belediye Teşkilatı kuruldu. Cumhuriyet Döneminde Bartın 1920 yılında Zonguldak Mutasarrıflığına bağlanan Bartın’ın 1924 yılında Zonguldak’ın il olmasıyla birlikte bu ilin ilçesi haline gelmiştir. 07 Eylül 1991 tarihinde de 28.08.1991 tarih ve 3760 sayılı yasayla il statüsüne kavuşmuştur. Bartın İline bağlı ilçelerden Osmanlı döneminde ilçe iken Cumhuriyetle birlikte bucak statüsüne düşürülen Amasra; 1987 yılında yeniden, Ulus; 1944 yılında, Kurucaşile; 1957 yılında ilçe olmuştur. Bartın’ın halen Merkez, Amasra, Ulus ve Kurucaşile olmak üzere 4 ilçesi, Kozcağız, Kumluca, Abdipaşa ve Hasankadı beldeleriyle birlikte toplam 8 Belediyesi ve 265 köyü vardır.
Bartın Sohbet:
Bartın Resimleri:
Bartın Tarihi:
Bartın Adının Kaynağı “PARTHENİA”dan Bartın’a dönüşen adın kaynağı “PARTHENİOS”tur. Bartın Irmağı’nın antik çağdaki adı olan Parthenios; Yunan mitolojisinde,Tanrıların Babası OKENAUS’un çocukları olan yüzlerce tanrıdan birisi ve “Sular Tanrısı”dır. “Sular İlahı veya Muhteşem Akan Su” anlamlarına gelir. Antik çağda Parthenios adı verilen Bartın Irmağı’nın kenarında kurulan Bartın Kentinin PARTHENİA adıyla anıldığı ve bu ismin zamanla Bartın’a dönüştüğü yazılı kaynaklardan anlaşılmaktadır. Eski Çağlarda Bartın Bartın’ın ilk sahiplerinin, M.Ö. 14.yy.da Gaskalar ve M.Ö. 13.yy’da Hititler olduğu kabul edilmekte, daha sonra Bolu Havalisine yerleşen Bitinyalılar ile Kastamonu Havalisinde hüküm süren Paflagonyalıların, sınırlarını Parthenios’a kadar Genişlettikleri böylece Bartın topraklarının bu iki egemenliğin sınırları içinde yer aldığı bilinmektedir. M.Ö.12.yy. sonlarında Bithynie Bölgesindeki Bartın Friglerin, Paplagonie Bölgesindeki Amasra Fenikelilerin eline geçmiş, Fenikeliler; Amasra (Sesamos), Ereğli (Heraklia), Sinop (Sinope) ve Tekkeönü’nde (Kromna) ilk Sayda Kolonilerini oluşturmuşlardır. M.Ö. 9.yy.da Akdeniz’deki güç dengelerinin bozulmasıyla Fenikeliler ve ortakları Karyalılar Amasra ve Kromna’yı terkettiler. Bartın ve çevresi, M.Ö. 7.yy. sonlarında Kimmerlerin, M.Ö. 6. yy.da Lidyalıların, M.Ö.547 yılında da Perslerin hakimiyetine girdi. 216 yıllık Pers döneminde Karadeniz Kolonileri Perslon dostluğu sayesinde uzun süre bu statülerini korudular. M.Ö. 334 yılında, Makedonya Kralı İskender, Perslerin hakimiyetine son vererek bölgenin sahibi oldu. Bartın ve Ulus’un yönetimini “General Eumenes”, Amasra ve Tekkeönü’nün yönetimini de Fridya Satrabına bıraktı. Ancak, Amasra yönetimi M.Ö. 302-286 yılları arasında el değiştirerek Kraliçe Amastris tarafından yönetilmeye başlandı. M.Ö. 12. yy’dan beri Sesamos adıyla anılan kent 16 yıllık Kraliçe Amastris Döneminden sonra kraliçenin adını aldı. Bu dönemde; Kromna (Tekkeönü), Tios (Filyos-Hisarönü) ve Kyteros (Gideros) sitelerinden oluşan Symoikismos Siteler Birliğine Başkent oldu. M.Ö.286 yılında Kraliçe Amastris, oğulları tarafından bindiği gemi batırılmak suretiyle öldürülünce kent yeniden Eumenes’ce yönetilmeye başlandı. Amasra ve Bartın çevresi yöredeki savaşlar sonrasında M.Ö.279 yılında Pontus Krallığının egemenliğine girdi. Bizans Döneminde Bartın ve Amasra M.Ö. 70 yılında Anadolu’ya giren Romalılar Pontus Krallığının Egemenliğine son vererek yöreye sahip oldular. Roma döneminde Bitinya ve Pontusun Paflagonyadaki bölümü Bitinya-Pontus eyaleti olarak Satraplıkla yönetilmeye başladı. Amasra bu eyaletin Pontus bölümü başkenti oldu. M.S. 395 yılına kadar Roma İmparatorluğu’nun, Roma-Bizans bölünmesi üzerine de Bizans’ın payına düşen Bartın ve çevresi uzun yıllar Bizans’ın hakimiyetinde kaldı. Ortaçağda Bartın ve Amasra Bartın ve çevresi M.Ö. 390 yıllarında Hazar hükümdarı Sahip Han komutasındaki Peçenek ve Kumanların, M.S. 798 yıllarında Abdülmelik komutasındaki Müslüman Arapların, 800 yıllarında Selçukluların ve 865 yıllarında da Rusların yoğun akınlarına hedef oldu. Türklerin yöreye ilgisi 1084 yıllarında başladı. Kutalmışoğlu Süleyman Bey’in Komutanlarından Emir Karatigin 1084 yılında Sinop, Çankırı, Kastamonu ve Zonguldak’ı alarak yörede Bartın, Ulus, Eflani, Safranbolu ve Devrek’i de kapsayan bir Türk Emirliği kurdu. Ancak, 1086 yılında Süleyman Bey’in ölümü ve 1096 yılında başlayan 1. Haçlı Seferleri, Kuzeybatı Anadolu’ya yerleşen Türkler açısından ciddi sıkıntılar yarattı. Haçlı müttefiklerle Bizans arasında yapılan anlaşma sonrasında başta Amasra, Sinop ve Ereğli olmak üzere İstanbul’dan Samsun’a kadar tüm Karadeniz sahili yeniden Bizans’ın hakimiyetine girdi. Bartın ve çevresi ise Bizans’tan sonra 11. yy. sonlarında Anadolu Selçuklularının eline geçti. 200 yıllık Selçuklu döneminden sonra 1326’da Kastamonu yöresine hakim olan Candaroğulları Beyliği ve 1392’den itibaren de Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yer aldı. Osmanlı Döneminde Bartın 1402 yılında yapılan Ankara Savaşı sonunda bir ara İsfendiyaroğlu Beyliği’nin eline geçen kent 1461 yılında tekrar Osmanlı Devleti egemenliğine girmiştir. 1460 yılına gelindiğinde, Bartın ve Çevresi; Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde, Amasra ise Ceneviz Kolonisi idi. Anadolu’da Türk birliğini sağlamak Cenevizlilerin elinde bulunan Karadeniz ticaretini ve denizyolunu ülkesine kazandırmak amacıyla Kuzey Anadolu Seferine hazırlanan Fatih Sultan Mehmet Han, ilk hedef olarak Amasra, Kastamonu ve Sinop’u seçti. 1460 yılında, Fatih Sultan Mehmet Üsküdar’dan avlanmak bahanesiyle yola çıkarken, Mehmet Paşa Komutasındaki Osmanlı Donanması da denizden hareket etti. Fatih, Bolu’ya geldiğinde Kastamonu ve Sinop yörelerine hakim olan ve Candaroğulları Beyliği’nin devamı sayılan İsfendiyaroğulları’nın Beyi İsmail Bey, padişaha kıymetli eşyalar göndererek bağlılığını bildirdi. Yoluna devam eden Fatih, Ekim ayında Bartın’a gelip ordugahını bugünkü Orduyeri’ne kurdu. Donanmayla haberleşme sağlayan haberciler, Donanmanın Amasra açıklarında göründüğünü bildirdiklerinde, Amasra üzerine yürüyen Fatih, Ceneviz Senyoru’ndan kan dökülmeden Amasra’yı teslim aldı. Bartın, Osmanlı döneminin 1460-1692 yılları arasında Anadolu Beylerbeyliği’ne bağlı Bolu Sancağı sınırları içinde yer aldı. Bolu Sancağının kaldırılmasıyla 1692-1811 yılları arasında Voyvodalıkla yönetilen Bartın, 1811 yılında da Kastamonu Vilayetine bağlı olarak yeniden kurulan Bolu Sancağına bağlandı. Bu dönemde ticari potansiyeliyle bölgenin Pazar yeri olan ve Oniki Divan adını alan Bartın, 1867 yılında ilçe oldu. 1876 yılında da Belediye Teşkilatı kuruldu. Cumhuriyet Döneminde Bartın 1920 yılında Zonguldak Mutasarrıflığına bağlanan Bartın’ın 1924 yılında Zonguldak’ın il olmasıyla birlikte bu ilin ilçesi haline gelmiştir. 07 Eylül 1991 tarihinde de 28.08.1991 tarih ve 3760 sayılı yasayla il statüsüne kavuşmuştur. Bartın İline bağlı ilçelerden Osmanlı döneminde ilçe iken Cumhuriyetle birlikte bucak statüsüne düşürülen Amasra; 1987 yılında yeniden, Ulus; 1944 yılında, Kurucaşile; 1957 yılında ilçe olmuştur. Bartın’ın halen Merkez, Amasra, Ulus ve Kurucaşile olmak üzere 4 ilçesi, Kozcağız, Kumluca, Abdipaşa ve Hasankadı beldeleriyle birlikte toplam 8 Belediyesi ve 265 köyü vardır.
Etiketler:
Bartın Resimleri,
Bartın Sohbet,
Bartın Tarihi,
chat,
Hurchat,
kanallar,
muhabbet.,
odası,
sohbet,
Sohbet Etmek İstiyorum,
Sohbet odaları
Şırnak Sohbet - Şırnak Resimleri - Şırnak Tarihi
| 0 yorum
Hurchat, Şırnak Sohbet, Şırnak Resimleri, Şırnak Tarihi, Sohbet Etmek İstiyorum, Sohbet, Chat, Sohbet Odaları, Odası, Kanallar, Muhabbet.
Şırnak Sohbet:
Şırnak Resimleri:
Şırnak Tarihi:
Sınırlarının 4/1 Doğu Anadolu Bölgesi, 4/3'ü Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bulunmaktadır. İlimiz kuzeyde Siirt, batıda Mardin, Kuzeydoğuda Van, doğuda Hakkari, güneyde Irak ve Suriye Devletleri ile komşudur. İlçeleri; Beytüşşebap, Cizre, İdil, Güçlükonak, Silopi ve Uludere'dir. İlimize bağlı 6 ilçe, 137 köy ve 64 mezra olmak üzere toplam 221 yerleşim birimi mevcuttur. İlçelerimizin ilimize uzaklıkları şöyledir: Yüzölçümü :6904 Km Rakımı :1400 M. Cizre : 46 Km. Silopi : 75 Km. İdil : 75 Km. Uludere : 50 Km. Beytüşşebap :111 Km. Güçlükonak : 83 Km.dir. Çok eski bir geçmişe sahip olan Şırnak ilinin tarihi Evliya Çelebinin 17.yy'da yazdığı "Seyahatname" isimli kitabına göre Nuh tufanı öncesine kadar dayanır. Bu rivayete göre Nuh'un gemisinin ilimiz sınırları içerisinde bulunan yüksekliği 2089 metreye kadar uzanan Cudi dağının tepesinde bulunduğu rivayet edilir. İlimiz genelinde Km kareye 45 kişi düşmektedir. İlimiz nüfusunun büyük kısmını Kürt nüfusu oluşturmaktadır. Az sayıda İdil ilçesinde Süryani nüfus bulunmaktadır. İlimizde, iklim koşulları ve dağlık arazi nedeniyle, yerleşim birimleri oldukça dağınık ve son derece elverişsiz bir durumdadır. 1990' lı yıllarda yaşanan terör olayları nedeniyle yöre halkı küçük yerleşim birimlerini terk etmek zorunda kalmıştır. Şuıan geri dönüş tamamlanmak üzeredir. İlimizin geçim kaynakları madencilik, sınır ticareti, küçük esnaflık ve kısmen de olsa hayvancılıktır. Tarih Şırnak ili tarihsel olarak çok eski bir geçmişe sahiptir. Şırnak ili Katip Çelebi'nin 17. yüzyılda yazdığı "Seyahatname" ve tarihi rivayetlere göre Nuh Tufanı öncesine dayanır. Bu rivayetlere göre Cizre, tufandan sonra ikinci kez Hz. Nuh (AS) ve oğulları tarafından inşa edilirken Cizre'nin kızgın sıcağından korunmak için, Şırnak yazlık ve yaylak olarak inşa edilmiştir. Şırnak, Nuh'un Gemisi kalıntılarının olduğu öne sürülen Cudi Dağı'nın Kuzeyinde Şehr-i Nuh adıyla kurulmuş, önceleri Şerneh, daha sonraki yıllarda ise Şırnak adını almıştır. Şırnak ili tarihte bir çok önemli devletin başkentini kendi topraklarında barındırmıştır. Birinci Babil devletinin başkenti BABİL(Kebeli Köyü) Cizre sınırları içindedir. Aynı zamanda Guti (GUDİ) imparatorluğunun başkenti olan BAJARKARD Silopi ilçesi topraklarındadır. Şırnak; Guti, Babil, Med, Asur, Pers, Sasani, Emevi, Abbasi, Selçuklular ve Osmanlılar dönemlerinde Cizre'ye bağlı bir yerleşim birimi idi. 1913 yılında ilçe olmuş ve Siirt iline bağlanmıştır. Bu konumu 1990 yılına kadar sürmüştür. 18.05.1990 tarih ve 20522 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 16.05.1990 tarih ve 3647 sayılı yasa ile il statüsüne kavuşmuştur. İle bağlı altı ilçe bulunmaktadır. Bu ilçeler Beytüşşebap, Cizre, Güçlükonak, İdil, Silopi ve Uludere'dir. İle bağlı altı ilçenin tarihleri geçmişlerine ilişkin bilgi aşağıda verilmiştir. Beytüşşebap ilçesi; ilçe oldukça eski bir yerleşim birimidir. Beytüşşebap, Beyt ve Şebap kelimelerinden elde edilmiş Arapça bir birleşik isimdir. Gençlerin evi anlamındadır. Beytüşşebap tarihi eskilere dayanır. TA'NİN Dağlarından M.Ö.1000-7000 yılları arasında Neolitik dönemlere ait kayalara kazınmış resim ve kompozisyonların bulunması, ilçede 12.000 yıl öncesi insanların yaşadığı ve yerleşik bir düzenlerinin olduğunu gösterir.Tarihi süreç içerisinde ilçeye sırasıyla, Hurriler, Mittaniler, Asurlular ve Urartular egemen olmuşlardır. İlçe, 1054 yılında Selçukluların, 1514 yılında ise Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenliği altına girmiştir. 1855 yılında Erzurum, 1865 yılında Van İline bağlanmıştır. 1887 yılında İlçe olan Beytüşşebap, 1926 yılında Siirt, 1936 yılında Hakkari ve 16.05.1990 tarih ve 3647 sayılı yasa ile Şırnak İline bağlanmıştır. Cizre ilçesi; Cizre M.Ö.4000 yıllarından itibaren Gerzubakarta adıyla Guti devleti hakimiyeti altındadır. Gutiler döneminde ilk Cizre suru yapılmıştır. Cizre M.Ö.1894 yılında l.Babil Devleti yönetimine girmiştir. Babil Cizre'ye 22 Km mesafededir. Cizre M.Ö.1595 yılında Babil egemenliğinden Arap egemenliğine geçmiştir. Daha sonra Asurlular, Medler, Persler, Sasaniler, Artuklular, Eyyubbiler, Abbasiler, Selçuklular, Moğollar ve 1627 yılından itibaren de Osmanlı Devleti hakimiyeti altına girmiştir. Cizre beyliği önceleri Diyarbakır Sancak Beyliğine bağlı iken 1841 yılında Musul'a bağlanmıştır. Milli mücadele döneminde büyük başarılar gösteren Cizre'ye Fransızlar gelip şehri savaşsız teslim almak istemişlerse de, halkın direnişi ve silahlanmayı görerek işgalden vazgeçmişlerdir. İslamiyet'in Cizre'ye girmesi ile birlikte şehre yarımada anlamına gelen Cezire adı verilmiş, Cumhuriyet döneminde ise küçük bir düzeltmeyle Cizre olarak değiştirilmiştir. Önceleri Mardin iline bağlı bir yerleşim birimi iken 16.05.1990 tarih ve 3647 sayılı yasa ile Şırnak iline bağlanmıştır. Güçlükonak ilçesi; ilçe daha önce Siirt ilinin Eruh ilçesine bağlı bir köy iken, 09.05.1990 tarih ve 3644 sayılı kanunla ilçe olmuştur. 16.05.1990 tarih ve 3647 sayılı kanun ile idari bağlılığı değiştirilmiş ve Şırnak iline bağlanmıştır. İdil İlçesinin milattan önceki adının Zarih olduğu söylenir. Zapdey adında bir süryaninin ilçeye hizmetlerinden dolayı da İdil'e, Beyt-Zaptdey (Zapdey'in evi) adı verildiği dolaşan rivayetler arasındadır. Milattan sonra(300-400) yıllarında Farslar burayı istila ettiler. Farslar döneminde buraya (Hazak) ismini vermişlerdir. Hazak farsça bir kelime olup, mert ve cesur anlamındadır. İdil'de 1393 - 1491 döneminde Türkmenlerin büyük ölçüde nüfuz ettikleri ve 1387 yılında Timur' un istila ettiği bilinmektedir. Timur'un ölümü ile Karakoyunlu devletinin eline geçen İdil, o günden sonra Türklerin hakimiyeti altına geçmiştir. 1924 yılına kadar köy olan İdil, bu tarihten itibaren Cizre ilçesine bağlı bir bucak, 1937 yılında ise Mardin iline bağlı ilçe olmuştur. İdil, 18.05.1990 tarih ve 20522 Resmi Gazetede yayınlanan 16.05.1990 tarih ve 3647 sayılı kanunla Şırnak İline bağlanmıştır. Silopi İlçesi de, M.Ö. çeşitli kavimlerin yaşadıkları bir yerleşim birimidir. Bu durum ilçenin çevresinde bulunan tarihi eserlerden anlaşılmaktadır. Asurlular ve Roma İmparatorluğunun yönetiminde uzun yıllar kaldıktan sonra Selçukluların yönetimine geçmiştir. Yavuz Sultan Selim'in Mısır Seferi sırasında Cizre İlçesi ile birlikte Osmanlı İmparatorluğuna bağlanmıştır. 16.05.1990 tarih ve 3647 sayılı kanunla Şırnak İline bağlanmıştır. Uludere İlçesinin tarihi, millattan önceki yıllara dayanır. Tarihin seyri içinde Urartular Medler, Persler, Romalılar, Arsaklılar ve Sasanilerin egemenliğine girmiştir. 1054 yılından itibaren Türkmenlerin tarih sahnesine çıktığı bilinmektedir. 1142'de İmadettin Zenginin ve 1260 yılında Hulagu'nun Hakkari yöresini ele geçirmesini izleyen yılların kargaşalığı, yöre beylerinin 1349'da Karakoyunlulara bağlanmayı kabul etmeleri ile durur. 1386'da Timur ve 1502'den itibaren Safevi hakimiyeti altında yaşayan Uludere, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlı İmparatorluğuna bağlanarak bütün il beyleri gibi içişlerinde serbest bırakılır. Aşiret Beyleri kendi egemenlik haklarını korumak, Osmanlı toprak sisteminin dışında bir sistemle yönetilmek ve seferlere asker yollamak şartıyla İmparatorluğun egemenliğinde Cumhuriyete kadar kalmışlardır. Cumhuriyetin ilanından sonra bucak haline getirilerek Beytüşşebap İlçesine bağlanan Uludere, 27.06.1957 tarihinde yürürlüğe giren 7033 Sayılı Kanunla ilçe haline getirilmiştir. 16.05.1990 tarihinde çıkarılan 3647 Sayılı Kanunla yeni kurulan Şırnak iline bağlanmıştır.
Şırnak Sohbet:
Şırnak Resimleri:
Şırnak Tarihi:
Sınırlarının 4/1 Doğu Anadolu Bölgesi, 4/3'ü Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bulunmaktadır. İlimiz kuzeyde Siirt, batıda Mardin, Kuzeydoğuda Van, doğuda Hakkari, güneyde Irak ve Suriye Devletleri ile komşudur. İlçeleri; Beytüşşebap, Cizre, İdil, Güçlükonak, Silopi ve Uludere'dir. İlimize bağlı 6 ilçe, 137 köy ve 64 mezra olmak üzere toplam 221 yerleşim birimi mevcuttur. İlçelerimizin ilimize uzaklıkları şöyledir: Yüzölçümü :6904 Km Rakımı :1400 M. Cizre : 46 Km. Silopi : 75 Km. İdil : 75 Km. Uludere : 50 Km. Beytüşşebap :111 Km. Güçlükonak : 83 Km.dir. Çok eski bir geçmişe sahip olan Şırnak ilinin tarihi Evliya Çelebinin 17.yy'da yazdığı "Seyahatname" isimli kitabına göre Nuh tufanı öncesine kadar dayanır. Bu rivayete göre Nuh'un gemisinin ilimiz sınırları içerisinde bulunan yüksekliği 2089 metreye kadar uzanan Cudi dağının tepesinde bulunduğu rivayet edilir. İlimiz genelinde Km kareye 45 kişi düşmektedir. İlimiz nüfusunun büyük kısmını Kürt nüfusu oluşturmaktadır. Az sayıda İdil ilçesinde Süryani nüfus bulunmaktadır. İlimizde, iklim koşulları ve dağlık arazi nedeniyle, yerleşim birimleri oldukça dağınık ve son derece elverişsiz bir durumdadır. 1990' lı yıllarda yaşanan terör olayları nedeniyle yöre halkı küçük yerleşim birimlerini terk etmek zorunda kalmıştır. Şuıan geri dönüş tamamlanmak üzeredir. İlimizin geçim kaynakları madencilik, sınır ticareti, küçük esnaflık ve kısmen de olsa hayvancılıktır. Tarih Şırnak ili tarihsel olarak çok eski bir geçmişe sahiptir. Şırnak ili Katip Çelebi'nin 17. yüzyılda yazdığı "Seyahatname" ve tarihi rivayetlere göre Nuh Tufanı öncesine dayanır. Bu rivayetlere göre Cizre, tufandan sonra ikinci kez Hz. Nuh (AS) ve oğulları tarafından inşa edilirken Cizre'nin kızgın sıcağından korunmak için, Şırnak yazlık ve yaylak olarak inşa edilmiştir. Şırnak, Nuh'un Gemisi kalıntılarının olduğu öne sürülen Cudi Dağı'nın Kuzeyinde Şehr-i Nuh adıyla kurulmuş, önceleri Şerneh, daha sonraki yıllarda ise Şırnak adını almıştır. Şırnak ili tarihte bir çok önemli devletin başkentini kendi topraklarında barındırmıştır. Birinci Babil devletinin başkenti BABİL(Kebeli Köyü) Cizre sınırları içindedir. Aynı zamanda Guti (GUDİ) imparatorluğunun başkenti olan BAJARKARD Silopi ilçesi topraklarındadır. Şırnak; Guti, Babil, Med, Asur, Pers, Sasani, Emevi, Abbasi, Selçuklular ve Osmanlılar dönemlerinde Cizre'ye bağlı bir yerleşim birimi idi. 1913 yılında ilçe olmuş ve Siirt iline bağlanmıştır. Bu konumu 1990 yılına kadar sürmüştür. 18.05.1990 tarih ve 20522 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 16.05.1990 tarih ve 3647 sayılı yasa ile il statüsüne kavuşmuştur. İle bağlı altı ilçe bulunmaktadır. Bu ilçeler Beytüşşebap, Cizre, Güçlükonak, İdil, Silopi ve Uludere'dir. İle bağlı altı ilçenin tarihleri geçmişlerine ilişkin bilgi aşağıda verilmiştir. Beytüşşebap ilçesi; ilçe oldukça eski bir yerleşim birimidir. Beytüşşebap, Beyt ve Şebap kelimelerinden elde edilmiş Arapça bir birleşik isimdir. Gençlerin evi anlamındadır. Beytüşşebap tarihi eskilere dayanır. TA'NİN Dağlarından M.Ö.1000-7000 yılları arasında Neolitik dönemlere ait kayalara kazınmış resim ve kompozisyonların bulunması, ilçede 12.000 yıl öncesi insanların yaşadığı ve yerleşik bir düzenlerinin olduğunu gösterir.Tarihi süreç içerisinde ilçeye sırasıyla, Hurriler, Mittaniler, Asurlular ve Urartular egemen olmuşlardır. İlçe, 1054 yılında Selçukluların, 1514 yılında ise Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenliği altına girmiştir. 1855 yılında Erzurum, 1865 yılında Van İline bağlanmıştır. 1887 yılında İlçe olan Beytüşşebap, 1926 yılında Siirt, 1936 yılında Hakkari ve 16.05.1990 tarih ve 3647 sayılı yasa ile Şırnak İline bağlanmıştır. Cizre ilçesi; Cizre M.Ö.4000 yıllarından itibaren Gerzubakarta adıyla Guti devleti hakimiyeti altındadır. Gutiler döneminde ilk Cizre suru yapılmıştır. Cizre M.Ö.1894 yılında l.Babil Devleti yönetimine girmiştir. Babil Cizre'ye 22 Km mesafededir. Cizre M.Ö.1595 yılında Babil egemenliğinden Arap egemenliğine geçmiştir. Daha sonra Asurlular, Medler, Persler, Sasaniler, Artuklular, Eyyubbiler, Abbasiler, Selçuklular, Moğollar ve 1627 yılından itibaren de Osmanlı Devleti hakimiyeti altına girmiştir. Cizre beyliği önceleri Diyarbakır Sancak Beyliğine bağlı iken 1841 yılında Musul'a bağlanmıştır. Milli mücadele döneminde büyük başarılar gösteren Cizre'ye Fransızlar gelip şehri savaşsız teslim almak istemişlerse de, halkın direnişi ve silahlanmayı görerek işgalden vazgeçmişlerdir. İslamiyet'in Cizre'ye girmesi ile birlikte şehre yarımada anlamına gelen Cezire adı verilmiş, Cumhuriyet döneminde ise küçük bir düzeltmeyle Cizre olarak değiştirilmiştir. Önceleri Mardin iline bağlı bir yerleşim birimi iken 16.05.1990 tarih ve 3647 sayılı yasa ile Şırnak iline bağlanmıştır. Güçlükonak ilçesi; ilçe daha önce Siirt ilinin Eruh ilçesine bağlı bir köy iken, 09.05.1990 tarih ve 3644 sayılı kanunla ilçe olmuştur. 16.05.1990 tarih ve 3647 sayılı kanun ile idari bağlılığı değiştirilmiş ve Şırnak iline bağlanmıştır. İdil İlçesinin milattan önceki adının Zarih olduğu söylenir. Zapdey adında bir süryaninin ilçeye hizmetlerinden dolayı da İdil'e, Beyt-Zaptdey (Zapdey'in evi) adı verildiği dolaşan rivayetler arasındadır. Milattan sonra(300-400) yıllarında Farslar burayı istila ettiler. Farslar döneminde buraya (Hazak) ismini vermişlerdir. Hazak farsça bir kelime olup, mert ve cesur anlamındadır. İdil'de 1393 - 1491 döneminde Türkmenlerin büyük ölçüde nüfuz ettikleri ve 1387 yılında Timur' un istila ettiği bilinmektedir. Timur'un ölümü ile Karakoyunlu devletinin eline geçen İdil, o günden sonra Türklerin hakimiyeti altına geçmiştir. 1924 yılına kadar köy olan İdil, bu tarihten itibaren Cizre ilçesine bağlı bir bucak, 1937 yılında ise Mardin iline bağlı ilçe olmuştur. İdil, 18.05.1990 tarih ve 20522 Resmi Gazetede yayınlanan 16.05.1990 tarih ve 3647 sayılı kanunla Şırnak İline bağlanmıştır. Silopi İlçesi de, M.Ö. çeşitli kavimlerin yaşadıkları bir yerleşim birimidir. Bu durum ilçenin çevresinde bulunan tarihi eserlerden anlaşılmaktadır. Asurlular ve Roma İmparatorluğunun yönetiminde uzun yıllar kaldıktan sonra Selçukluların yönetimine geçmiştir. Yavuz Sultan Selim'in Mısır Seferi sırasında Cizre İlçesi ile birlikte Osmanlı İmparatorluğuna bağlanmıştır. 16.05.1990 tarih ve 3647 sayılı kanunla Şırnak İline bağlanmıştır. Uludere İlçesinin tarihi, millattan önceki yıllara dayanır. Tarihin seyri içinde Urartular Medler, Persler, Romalılar, Arsaklılar ve Sasanilerin egemenliğine girmiştir. 1054 yılından itibaren Türkmenlerin tarih sahnesine çıktığı bilinmektedir. 1142'de İmadettin Zenginin ve 1260 yılında Hulagu'nun Hakkari yöresini ele geçirmesini izleyen yılların kargaşalığı, yöre beylerinin 1349'da Karakoyunlulara bağlanmayı kabul etmeleri ile durur. 1386'da Timur ve 1502'den itibaren Safevi hakimiyeti altında yaşayan Uludere, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlı İmparatorluğuna bağlanarak bütün il beyleri gibi içişlerinde serbest bırakılır. Aşiret Beyleri kendi egemenlik haklarını korumak, Osmanlı toprak sisteminin dışında bir sistemle yönetilmek ve seferlere asker yollamak şartıyla İmparatorluğun egemenliğinde Cumhuriyete kadar kalmışlardır. Cumhuriyetin ilanından sonra bucak haline getirilerek Beytüşşebap İlçesine bağlanan Uludere, 27.06.1957 tarihinde yürürlüğe giren 7033 Sayılı Kanunla ilçe haline getirilmiştir. 16.05.1990 tarihinde çıkarılan 3647 Sayılı Kanunla yeni kurulan Şırnak iline bağlanmıştır.
Etiketler:
chat,
Hurchat,
kanallar,
muhabbet.,
odası,
sohbet,
Sohbet Etmek İstiyorum,
Sohbet odaları,
Şırnak Resimleri,
Şırnak Sohbet,
Şırnak Tarihi
Batman Sohbet - Batman Resimleri - Batman Tarihi
| 0 yorum
Hurchat, Batman Sohbet, Batman Resimleri, Batman Tarihi, Sohbet Etmek İstiyorum, Sohbet, Chat, Sohbet Odaları, Odası, Kanallar, Muhabbet.
Batman Sohbet:
Batman Resimleri:
Batman Tarihi:
Batman ilinde bulunan tarihi yapılar ve bu yapıtların ait olduğu medeniyetlerin tarihi NEOLİTİK çağ öncesine dayanmaktadır. M.Ö. 7000-6300 yıllarına ilişkin elde edilen buluntular doğrultusunda Anadolu'nun en eski yerleşim yeri olarak Konya'nın Güneydoğusundaki ÇATALHÖYÜK kabul edilmekte idi. Bölgede 1963 yılından beri Prof. Dr. Halet ÇAMBEL ile Prof. Dr. Robert J. Braid Wood yönetiminde İstanbul Üniversitesi Prehistorya Kürsüsü ile Chicago Üniversitesi Doğu Bilimleri Enstitüsü tarafından ortaklaşa yürütülen Güneydoğu Anadolu Tarih Öncesi Araştırmaları Karma Projesi çalışmaların yanı sıra Batman Çayı'nın batısında bulunan Demirköy höyüğünde Amerika Deleware Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. Michael Meir Rosenberg ile Diyarbakır Müzesi Müdürlüğü işbirliği sonucu 1990 yılından beri sürdürülmekte olan kazılarda bölge tarihini aydınlatıcı çeşitli buluntular elde edilmiş buranın çok eski ve önemli bir yerleşim alanı olduğu saptanmıştır. Aynı ekip İlimiz Kozluk ilçesi Kaletepe köyü sınırları içerisinde kalan ve Batman Çayı kenarında bulunan Hallan Çemi höyüğünde yapılan kazı çalışmalarında elde edilen buluntular (M.Ö. 10.600-10.000) yıllarına ait kadın süs eşyaları taştan yapılmış hayvan figürlü heykel ve taş silahların incelenmesi sonucunda bu yörenin yaklaşık 12.000 yıl öncesi bir yerleşim alanı olduğu ortaya çıkmıştır. NEOLOTİK çağda Hallan Çemi tepesi ile Çayönü yerleşmeleri arasında yer alan bölgenin kronolojik boşluğu dolduran bir öneme sahip olduğu kabul edilmektedir. Anadolu'nun en eski yerleşim yeri olarak ÇATALHÖYÜK kabul edilse de Çayönü ve Hallan Çemi höyüğündeki buluntular ile en eski yerleşim biriminin Batman-Kozluk sınırları kapsamında yer aldığı teyit edilmiştir. Batman ilinin yer aldığı bölge çok gelişmiş bir kültürün varlığını ortaya koyması açısından önem taşımaktadır. M.Ö. 3 Bin yıllarında bugün Mezopotamya denilen Dicle-Fırat nehirleri arasında yer alan bölgeye “SUBARU” denildiği Sümer ve Akad'lardan kalma belgelerden anlaşılmaktadır. Yukarı Dicle bölgesinin ilk uygar halkı SUBARU'lardan sayılan HURRİLER'dir. Hurri Babil dilinde mağara demektir. Hurri'ler kendi aralarında Hurri ve Mitani olmak üzere iki ayrı konfederasyona ayrılır. Zamanla Mitani Krallığı güçlenmiş Hurri Krallığı ise zayıflayarak tarihten silinmiştir. Mitanilerden sonra bölgeye Asurlular ve Urartular egemen olmuşlardır . Asur lideri 3. Tiglattpileser M.Ö. 736'da doğuya yönelerek SASUN (SASON) mıntıkasındaki ULLUBA ülkesini hükmü altına aldı. Urartu'lardan sonra bölge sırasıyla; İskitlerin Medlerin Perslerin Selevosların Partların Romalıların Bizans'ın egemenliği altında kalmıştır. (M.Ö. 653 – M.S. 639 ) İran ve Bizans'ın uzun süren egemenlik kurma savaşlarına tanıklık eden bölge Hz. Ömer'in Kuzey Mezopotamya'yı fethiyle İslam ordusu egemenliğine girmiştir. Hz. Osman ve Hz. Ali dönemlerinde de İslam ordusu egemenliğinde bulunan bölge daha sonra sırasıyla Emevilerin (551-750) Abbasilerin (750-869) Hamdanilerin ve 984 yılında Mervanilerin yönetimi altında bulundu. 1085 yılına kadar Mervanilerin hüküm sürdüğü bölge 1071 yılında Malazgirt'i ele geçiren Selçuklular tarafından 1085 yılında Amid kuşatma altına alınarak Silvan zapt edildi. 1183 yılına kadar Selçukluların yönetiminde bulunan bölge aynı tarihte Selahattin Eyyubi'nin seferleriyle yönetim Eyyubilere bağlı Hasankeyf Emiri Artuklu Nurettin Mehmet'e verilir. Bu tarihten itibaren başlayan Artuklu oğulları dönemi Anadolu Selçukluların 1240 yılında bölgeye egemen oluşuyla son bulur. 62 yıllık Selçuklu Hanedanlığının ardından 1304 yılında başlayan ve 92 yıl süren Mardin Artukluları dönem ise Timur'un bölgeye hakim olması ve Diyarbakır yöresini Akkoyunlu Kara Yölük Osman Bey'e bırakmasıyla sona erer. 1527 yılında Vilayet-i Kürdistan (Cizre Bitlis HASANKEYF Siverek Çemişgezek İmadiye SASON Palu Çapakçur Eğil ) altında toplanan ve yurtluk ocaklık hükümet adlarıyla anılan bu yerler (1578-1588 ) idari düzenlemesinde Diyarbakır Beylerbeyliğine bağlı görünmektedir. Batman'ın tarihi hakkında en eski bilgiler halk hikayeleri mitler ve heredot tarihinde verilmektedir. Ortak verilere göre MED Kralı Abtyagestin'in torunu Kyros karşıtı Erpagazso M.Ö. 550 yılında yenilince MED asilzadeleri arasındaki utancından dolayı MED'lerin yaşadığı Media bölgesinin kuzey batı ucundaki topraklarına çekilmek zorunda kalmış. Başka bir görüşe göre de Kyros Pers egemenliği altında kalmamak için bu bölgeye yerleşmiştir. Karaçalı sazlık ve bataklıktan oluşan bu bölgenin ortasında yapay bir adacık oluşturup adına han obası anlamında olan “ELEKHAN“ denilmiştir. (M.Ö. 546 ) ELEKHAN 194 yıl bağımsız ve mutlu bir dönem geçirerek 352 yılında Büyük İskender'in istilasına uğramıştır. Daha sonra Lesepkoslar Partlar Romalılar Sasani ve Bizansın hakimiyetine girmiştir. Artuklular Moğollar İlhanlılar Celaliler Karakoyunlu (Pezreşe) Akkoyunlular ve 1500 yılında Sevafilerin eline geçmiştir. 1638 yılında IV. Murat'ın Bağdat seferi sırasında kendisine büyük yararlıklar gösteren Turhan oğlu Mahmut Paşa'ya ELEKHANI içine alan Batman suyu ile Botan suyu arasında kalan bölgenin tamamını vermiştir. Bu gelişmeden sonra ELEKHAN talafuz değişikliğine uğrayarak halk dilinde ELAH zamanla “İLUH“ ismini almıştır. İluh köy birimi olarak kayıtlara geçmiş ve Siirt vilayeti Elmedin kazasına bağlı olarak benliğini sürdürmüştür. Elmedine yerleşim birimi 1926-27 yılı ilkbaharında bugünkü Batman çayının taşması nedeniyle haritadan silinmiş ve İluh köyü Beşiri (Kobin) ilçesine bağlanmıştır. Batman isminin nereden geldiği hakkında gürüşler olmayıp bir görüşe göre bugünkü Batman çayının adı 1950'li yılların başında İluh köyüne verilmiştir. Yaygın olan görüşe göre de İluh köyünün aşağı kısmında ilk deneme kulesi kurulduğunda TPAO'nun tesislerinin bulunduğu bölgeye bakmaktan gelen Batman adı verilmiştir. 1937 yılında bucak haline getirilen İluh 1940'lı yılların sonları ile 1950'li yılların başlarında bölgede varolan petrol filizlerinin değerlendirilmesi sonucunda İluh bucağında her alanda büyük gelişme sağlanmıştır. Bu gelişmeler üzerine 2 Eylül 1957 tarihinde ilçe teşkilatı olarak kabul edilmiştir. 1955 genel nüfus sayımında İluh nüfusunun 4713 olarak kaydedilmesiyle 2 Kasım 1955 yılında Belediye teşkilatı kurulmuştur. 1990 yılına kadar çok hızlı bir gelişme yaşayan Batman 16 Mayıs 1990 tarih ve 3647 sayılı kanunla Türkiye'nin 72. ili olma ünvanına kavuşmuştur
Batman Sohbet:
Batman Resimleri:
Batman Tarihi:
Batman ilinde bulunan tarihi yapılar ve bu yapıtların ait olduğu medeniyetlerin tarihi NEOLİTİK çağ öncesine dayanmaktadır. M.Ö. 7000-6300 yıllarına ilişkin elde edilen buluntular doğrultusunda Anadolu'nun en eski yerleşim yeri olarak Konya'nın Güneydoğusundaki ÇATALHÖYÜK kabul edilmekte idi. Bölgede 1963 yılından beri Prof. Dr. Halet ÇAMBEL ile Prof. Dr. Robert J. Braid Wood yönetiminde İstanbul Üniversitesi Prehistorya Kürsüsü ile Chicago Üniversitesi Doğu Bilimleri Enstitüsü tarafından ortaklaşa yürütülen Güneydoğu Anadolu Tarih Öncesi Araştırmaları Karma Projesi çalışmaların yanı sıra Batman Çayı'nın batısında bulunan Demirköy höyüğünde Amerika Deleware Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. Michael Meir Rosenberg ile Diyarbakır Müzesi Müdürlüğü işbirliği sonucu 1990 yılından beri sürdürülmekte olan kazılarda bölge tarihini aydınlatıcı çeşitli buluntular elde edilmiş buranın çok eski ve önemli bir yerleşim alanı olduğu saptanmıştır. Aynı ekip İlimiz Kozluk ilçesi Kaletepe köyü sınırları içerisinde kalan ve Batman Çayı kenarında bulunan Hallan Çemi höyüğünde yapılan kazı çalışmalarında elde edilen buluntular (M.Ö. 10.600-10.000) yıllarına ait kadın süs eşyaları taştan yapılmış hayvan figürlü heykel ve taş silahların incelenmesi sonucunda bu yörenin yaklaşık 12.000 yıl öncesi bir yerleşim alanı olduğu ortaya çıkmıştır. NEOLOTİK çağda Hallan Çemi tepesi ile Çayönü yerleşmeleri arasında yer alan bölgenin kronolojik boşluğu dolduran bir öneme sahip olduğu kabul edilmektedir. Anadolu'nun en eski yerleşim yeri olarak ÇATALHÖYÜK kabul edilse de Çayönü ve Hallan Çemi höyüğündeki buluntular ile en eski yerleşim biriminin Batman-Kozluk sınırları kapsamında yer aldığı teyit edilmiştir. Batman ilinin yer aldığı bölge çok gelişmiş bir kültürün varlığını ortaya koyması açısından önem taşımaktadır. M.Ö. 3 Bin yıllarında bugün Mezopotamya denilen Dicle-Fırat nehirleri arasında yer alan bölgeye “SUBARU” denildiği Sümer ve Akad'lardan kalma belgelerden anlaşılmaktadır. Yukarı Dicle bölgesinin ilk uygar halkı SUBARU'lardan sayılan HURRİLER'dir. Hurri Babil dilinde mağara demektir. Hurri'ler kendi aralarında Hurri ve Mitani olmak üzere iki ayrı konfederasyona ayrılır. Zamanla Mitani Krallığı güçlenmiş Hurri Krallığı ise zayıflayarak tarihten silinmiştir. Mitanilerden sonra bölgeye Asurlular ve Urartular egemen olmuşlardır . Asur lideri 3. Tiglattpileser M.Ö. 736'da doğuya yönelerek SASUN (SASON) mıntıkasındaki ULLUBA ülkesini hükmü altına aldı. Urartu'lardan sonra bölge sırasıyla; İskitlerin Medlerin Perslerin Selevosların Partların Romalıların Bizans'ın egemenliği altında kalmıştır. (M.Ö. 653 – M.S. 639 ) İran ve Bizans'ın uzun süren egemenlik kurma savaşlarına tanıklık eden bölge Hz. Ömer'in Kuzey Mezopotamya'yı fethiyle İslam ordusu egemenliğine girmiştir. Hz. Osman ve Hz. Ali dönemlerinde de İslam ordusu egemenliğinde bulunan bölge daha sonra sırasıyla Emevilerin (551-750) Abbasilerin (750-869) Hamdanilerin ve 984 yılında Mervanilerin yönetimi altında bulundu. 1085 yılına kadar Mervanilerin hüküm sürdüğü bölge 1071 yılında Malazgirt'i ele geçiren Selçuklular tarafından 1085 yılında Amid kuşatma altına alınarak Silvan zapt edildi. 1183 yılına kadar Selçukluların yönetiminde bulunan bölge aynı tarihte Selahattin Eyyubi'nin seferleriyle yönetim Eyyubilere bağlı Hasankeyf Emiri Artuklu Nurettin Mehmet'e verilir. Bu tarihten itibaren başlayan Artuklu oğulları dönemi Anadolu Selçukluların 1240 yılında bölgeye egemen oluşuyla son bulur. 62 yıllık Selçuklu Hanedanlığının ardından 1304 yılında başlayan ve 92 yıl süren Mardin Artukluları dönem ise Timur'un bölgeye hakim olması ve Diyarbakır yöresini Akkoyunlu Kara Yölük Osman Bey'e bırakmasıyla sona erer. 1527 yılında Vilayet-i Kürdistan (Cizre Bitlis HASANKEYF Siverek Çemişgezek İmadiye SASON Palu Çapakçur Eğil ) altında toplanan ve yurtluk ocaklık hükümet adlarıyla anılan bu yerler (1578-1588 ) idari düzenlemesinde Diyarbakır Beylerbeyliğine bağlı görünmektedir. Batman'ın tarihi hakkında en eski bilgiler halk hikayeleri mitler ve heredot tarihinde verilmektedir. Ortak verilere göre MED Kralı Abtyagestin'in torunu Kyros karşıtı Erpagazso M.Ö. 550 yılında yenilince MED asilzadeleri arasındaki utancından dolayı MED'lerin yaşadığı Media bölgesinin kuzey batı ucundaki topraklarına çekilmek zorunda kalmış. Başka bir görüşe göre de Kyros Pers egemenliği altında kalmamak için bu bölgeye yerleşmiştir. Karaçalı sazlık ve bataklıktan oluşan bu bölgenin ortasında yapay bir adacık oluşturup adına han obası anlamında olan “ELEKHAN“ denilmiştir. (M.Ö. 546 ) ELEKHAN 194 yıl bağımsız ve mutlu bir dönem geçirerek 352 yılında Büyük İskender'in istilasına uğramıştır. Daha sonra Lesepkoslar Partlar Romalılar Sasani ve Bizansın hakimiyetine girmiştir. Artuklular Moğollar İlhanlılar Celaliler Karakoyunlu (Pezreşe) Akkoyunlular ve 1500 yılında Sevafilerin eline geçmiştir. 1638 yılında IV. Murat'ın Bağdat seferi sırasında kendisine büyük yararlıklar gösteren Turhan oğlu Mahmut Paşa'ya ELEKHANI içine alan Batman suyu ile Botan suyu arasında kalan bölgenin tamamını vermiştir. Bu gelişmeden sonra ELEKHAN talafuz değişikliğine uğrayarak halk dilinde ELAH zamanla “İLUH“ ismini almıştır. İluh köy birimi olarak kayıtlara geçmiş ve Siirt vilayeti Elmedin kazasına bağlı olarak benliğini sürdürmüştür. Elmedine yerleşim birimi 1926-27 yılı ilkbaharında bugünkü Batman çayının taşması nedeniyle haritadan silinmiş ve İluh köyü Beşiri (Kobin) ilçesine bağlanmıştır. Batman isminin nereden geldiği hakkında gürüşler olmayıp bir görüşe göre bugünkü Batman çayının adı 1950'li yılların başında İluh köyüne verilmiştir. Yaygın olan görüşe göre de İluh köyünün aşağı kısmında ilk deneme kulesi kurulduğunda TPAO'nun tesislerinin bulunduğu bölgeye bakmaktan gelen Batman adı verilmiştir. 1937 yılında bucak haline getirilen İluh 1940'lı yılların sonları ile 1950'li yılların başlarında bölgede varolan petrol filizlerinin değerlendirilmesi sonucunda İluh bucağında her alanda büyük gelişme sağlanmıştır. Bu gelişmeler üzerine 2 Eylül 1957 tarihinde ilçe teşkilatı olarak kabul edilmiştir. 1955 genel nüfus sayımında İluh nüfusunun 4713 olarak kaydedilmesiyle 2 Kasım 1955 yılında Belediye teşkilatı kurulmuştur. 1990 yılına kadar çok hızlı bir gelişme yaşayan Batman 16 Mayıs 1990 tarih ve 3647 sayılı kanunla Türkiye'nin 72. ili olma ünvanına kavuşmuştur
Etiketler:
Batman Resimleri,
Batman Sohbet,
Batman Tarihi,
chat,
Hurchat,
kanallar,
muhabbet.,
odası,
sohbet,
Sohbet Etmek İstiyorum,
Sohbet odaları
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)